YAŞAMI SEVMEKLE EŞLEŞTİREN ÖYKÜCÜ
ABİDE AKTAR ÖZGÜLE
Dr.
Abideyle uzun geçmişe dayalı bir dostluğumuz var. Doktorluğunun yanı sıra edebiyatla
ilgilendiği ilk yıllarda sevgili Tufan Atakişi’nin liderliğini yaptığı “KAROK”
adlı etkinlik merkezinde tanışmıştık. Edebiyata sancılı o yıllarında, ben de
Karok’ta haftada bir gün romanla ilgili sunum yapıyordum. Kimler yoktu ki
grubumuzda. “İzmir İzmir Dergisinin” sahibi Tufan Atakişi ve Eşi Asuman
Atakişi, şair Atila Er, romancı Emine Şimşek Emiral, Öykücü rahmetlik Hasan
Topçu, Yine öykücü can dostum Murat
Güneş, edebiyat aşığı Ayşe Eskici, şair Ayşe Manav şu an anımsayabildiklerim.. İşte bu gurup çalışmasında yazdıkları öykülerle öne çıkmıştı Abide… Her hafta
okuduğu öyküleriyle bizi yaşanabilir mantıklı bir hayatın cennetine götürürdü.
İşte onun bu yönünü o kursta tanımıştım. İyi ki tanımışım; dostluğu bana
mutluluk verdiği kadar, uzun ömürlü oldu… Yaşam bitene kadar da süreceğinden
şüphem dahi yok.
Abide Aktar
tıp doktoru… Muğla’da doğmuş, zengin bir aile kültüründen beslenip yaşamı gerçekleştireceği
umutlarıyla kurgulayıp hemcinslerinden oldukça farklı bir felsefe edinmiş.
Düşün, doğa ve gerçekleri onun asıl vazgeçilemez gerçeklerinden. Uzun süre
doktorluk yaptıktan sonra Halk sağlığı uzmanı olmuş. Şu an Muğla’da yaşamını
sürdürürken mesleğini de sürdürmektedir. Tabii doktorluğunun yanı sıra o
muhteşem kalemi de durmuyor, dergi ve gazetelerde halk sağlını ilgilendiren
yazılar yazarken, beyinlere kazınan her biri insan yaşamı için ayrı bir değer
olan öyküleri de “ben buradayım” diye sesleniyor okuyucularına… Tabii sonuçta
da NADAS isminde bir kitapta
toplanıp okuyucuyla buluşuyor. Bundan önce ki tanıtımını yaptığı Profesyonel Hayalci,
kitabının yazısını yazarken sevgili Abidenin de öykülerini bir bir anımsadım.
Sanki sözleşmiş gibi iki doktor da ayni türde öyküler yazıyorlar… Çünkü o da
önce sevgiye ışık tutuyor. Sevmeden, düşünmeden yaşamın çok anlamsız olduğunun
mesajını, öykülerinin karakterlerine yükleyerek okuyanına değişik bir
perspektiften dolu dolu sesleniyor. Gerçekten bu öykülerin içsesi ve
betimlemeleri okumaya değer… O nedenle, bu değerlerle dolu NADAS’IN kitap
haline gelmesindeki çalışmalar bana ait. Öykülerin toplanması, editörlüğü,
basım rehberliği vs. Kapak kompozisyonunu da sevgili grafikçi dostumuz Hülya
Gülay yapmıştı. Onun için kitabını ve içeriğini çok iyi biliyorum. Güzel,
pütürsüz, anlaşılan ve söylediği sözcüklerle okuyanı kendine çeken bir yazım
dili var Abidenin. Bir de öyküde albenili vurguları seçmesini çok iyi biliyor.
Bu becerisi belki doktor olmasından kaynaklanıyor. Çünkü doktorlar
sağaltıcıdır. Onun için sözcüklerde sağaltıma neden olacak verileri hissediyor,
seçiyor… Yanı sıra bir başka seçiciği daha var sevgili Doktorumun; klasik ve
modern öykü kavramından çok, ikisinin en verimli ortak yönlerinden yaralanıyor.
Bakın;
“…
aşk ne sihirli bir sözcük. ANLATILMAZ, YAŞANIR diyenler ne kadar haklıymış. Aşk
gönüllü bir tutsaklık! Vazgeçilmez bir kölelik, unutulmaz an’lar ve an’larla
bezenmiş bir yolculuktu…” gibi minicik bir hem bir öykü oluşturmuş hem
de gerçek yaşam için çok büyük anlamları vurgulayarak… O nedenle onun öykülerinde
biraz da yaşam gerçekleri olduğunu seçebiliyorsunuz. “Yaşanır” demesiyle de
hayatın kendisinin yazılacaklar için canlı bir örnek olduğunu da açıkla
vurgulaması, apayrı bir yazım biçimidir onun kalemiyle…
“Sevginin
gözleri görür, korkma uç! Diyordu. Anladım ki eğer sevgiye güvenirsem uçacak,
görecek ve yaşayacaktım. Öyleyse artık bu kafesten çıkmam gerekiyordu. Nasıl,
her son bir başlangıçsa, kendi kanatlarımla tüm zorluklara doğru yeniden
havalanıp, yeni sevgilere, aşklara, dostluklara, kısacası tüm güzelliklere,
acılarıyla, tatlılarıyla kanat çırparak yeniden başlayacaktım. Uçtum, özgürce!
“ derken özyaşamını da buna göre düzenliyordu Doktor arkadaşım.
Öykü için
kural şu olacaktır biçiminde kesin yargılarda bulunmak olayın doğasallığına
ters düşer diye düşünüyorum. Belki yanlış düşünüyorum ama bu yönde edindiğim
birikim bu. Amaç nesneye imgelerle yaşam
kazandırmak ise, bunun anlatım biçiminin metazori bir biçime dayandırılması düşünülemez.
Önemli olan anlatılan nesneye can kazandırmaktır. Onun bir anıdan yola çıkılarak anlatılması,
ya da düşsel bir kurguyla anlatılması o kadar önemli değildir. Üstelik bu
elektronik çağda her şey her gün yeni bir boyuta bürünüyor. İnsanlar da buna
ayak uyduruyorlar; düşünceleriyle, davranışlarıyla… O zaman yıllar önce öykü
böyle yazılmalı denilen kaide yerinde duracak mı? Elbet o da bu değişimden nasibine düşeni
alacak… Zaten sevgili Abidenin öykülerinde de bu gerçek gözle görülür biçimde
değişmiş. Çok da güzel olmuş, ben çok beğendim. Sizlerin de bu güzel öyküleri
beğeniyle okuyacağınızı düşündüğümü belirtirken, sevgili doktoruma bu yönde
başarılar diliyor, bizleri benzer yeni öykülerle buluşturmasını istiyorum…
“Martı
Sabahın
erken saatlerinde, balıkçı motorları denize açılıyor. Sahilde onlara “Uğur
ola!” diyen hiçbir kadın yok.
Şamandıranın
üstündeki martıdan başka! “
NADAS
Abide
AKTAR ÖZGÜLE
Babıâli
kitaplığıYayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder