6 Aralık 2015 Pazar


YAŞAMI SEVMEKLE EŞLEŞTİREN ÖYKÜCÜ
ABİDE AKTAR ÖZGÜLE
Dr. Abideyle uzun geçmişe dayalı bir dostluğumuz var. Doktorluğunun yanı sıra edebiyatla ilgilendiği ilk yıllarda sevgili Tufan Atakişi’nin liderliğini yaptığı “KAROK” adlı etkinlik merkezinde tanışmıştık. Edebiyata sancılı o yıllarında, ben de Karok’ta haftada bir gün romanla ilgili sunum yapıyordum. Kimler yoktu ki grubumuzda. “İzmir İzmir Dergisinin” sahibi Tufan Atakişi ve Eşi Asuman Atakişi, şair Atila Er, romancı Emine Şimşek Emiral, Öykücü rahmetlik Hasan Topçu,  Yine öykücü can dostum Murat Güneş, edebiyat aşığı Ayşe Eskici, şair Ayşe Manav şu an anımsayabildiklerim.. İşte bu gurup çalışmasında yazdıkları öykülerle öne çıkmıştı Abide… Her hafta okuduğu öyküleriyle bizi yaşanabilir mantıklı bir hayatın cennetine götürürdü. İşte onun bu yönünü o kursta tanımıştım. İyi ki tanımışım; dostluğu bana mutluluk verdiği kadar, uzun ömürlü oldu… Yaşam bitene kadar da süreceğinden şüphem dahi yok.
Abide Aktar tıp doktoru… Muğla’da doğmuş, zengin bir aile kültüründen beslenip yaşamı gerçekleştireceği umutlarıyla kurgulayıp hemcinslerinden oldukça farklı bir felsefe edinmiş. Düşün, doğa ve gerçekleri onun asıl vazgeçilemez gerçeklerinden. Uzun süre doktorluk yaptıktan sonra Halk sağlığı uzmanı olmuş. Şu an Muğla’da yaşamını sürdürürken mesleğini de sürdürmektedir. Tabii doktorluğunun yanı sıra o muhteşem kalemi de durmuyor, dergi ve gazetelerde halk sağlını ilgilendiren yazılar yazarken, beyinlere kazınan her biri insan yaşamı için ayrı bir değer olan öyküleri de “ben buradayım” diye sesleniyor okuyucularına… Tabii sonuçta da NADAS isminde bir kitapta toplanıp okuyucuyla buluşuyor. Bundan önce ki tanıtımını yaptığı Profesyonel Hayalci, kitabının yazısını yazarken sevgili Abidenin de öykülerini bir bir anımsadım. Sanki sözleşmiş gibi iki doktor da ayni türde öyküler yazıyorlar… Çünkü o da önce sevgiye ışık tutuyor. Sevmeden, düşünmeden yaşamın çok anlamsız olduğunun mesajını, öykülerinin karakterlerine yükleyerek okuyanına değişik bir perspektiften dolu dolu sesleniyor. Gerçekten bu öykülerin içsesi ve betimlemeleri okumaya değer… O nedenle, bu değerlerle dolu NADAS’IN kitap haline gelmesindeki çalışmalar bana ait. Öykülerin toplanması, editörlüğü, basım rehberliği vs. Kapak kompozisyonunu da sevgili grafikçi dostumuz Hülya Gülay yapmıştı. Onun için kitabını ve içeriğini çok iyi biliyorum. Güzel, pütürsüz, anlaşılan ve söylediği sözcüklerle okuyanı kendine çeken bir yazım dili var Abidenin. Bir de öyküde albenili vurguları seçmesini çok iyi biliyor. Bu becerisi belki doktor olmasından kaynaklanıyor. Çünkü doktorlar sağaltıcıdır. Onun için sözcüklerde sağaltıma neden olacak verileri hissediyor, seçiyor… Yanı sıra bir başka seçiciği daha var sevgili Doktorumun; klasik ve modern öykü kavramından çok, ikisinin en verimli ortak yönlerinden yaralanıyor. Bakın;
“… aşk ne sihirli bir sözcük. ANLATILMAZ, YAŞANIR diyenler ne kadar haklıymış. Aşk gönüllü bir tutsaklık! Vazgeçilmez bir kölelik, unutulmaz an’lar ve an’larla bezenmiş bir yolculuktu…” gibi minicik bir hem bir öykü oluşturmuş hem de gerçek yaşam için çok büyük anlamları vurgulayarak… O nedenle onun öykülerinde biraz da yaşam gerçekleri olduğunu seçebiliyorsunuz. “Yaşanır” demesiyle de hayatın kendisinin yazılacaklar için canlı bir örnek olduğunu da açıkla vurgulaması, apayrı bir yazım biçimidir onun kalemiyle…
“Sevginin gözleri görür, korkma uç! Diyordu. Anladım ki eğer sevgiye güvenirsem uçacak, görecek ve yaşayacaktım. Öyleyse artık bu kafesten çıkmam gerekiyordu. Nasıl, her son bir başlangıçsa, kendi kanatlarımla tüm zorluklara doğru yeniden havalanıp, yeni sevgilere, aşklara, dostluklara, kısacası tüm güzelliklere, acılarıyla, tatlılarıyla kanat çırparak yeniden başlayacaktım. Uçtum, özgürce! “ derken özyaşamını da buna göre düzenliyordu Doktor arkadaşım.
Öykü için kural şu olacaktır biçiminde kesin yargılarda bulunmak olayın doğasallığına ters düşer diye düşünüyorum. Belki yanlış düşünüyorum ama bu yönde edindiğim birikim bu.  Amaç nesneye imgelerle yaşam kazandırmak ise, bunun anlatım biçiminin metazori bir biçime dayandırılması düşünülemez. Önemli olan anlatılan nesneye can kazandırmaktır.  Onun bir anıdan yola çıkılarak anlatılması, ya da düşsel bir kurguyla anlatılması o kadar önemli değildir. Üstelik bu elektronik çağda her şey her gün yeni bir boyuta bürünüyor. İnsanlar da buna ayak uyduruyorlar; düşünceleriyle, davranışlarıyla… O zaman yıllar önce öykü böyle yazılmalı denilen kaide yerinde duracak mı?  Elbet o da bu değişimden nasibine düşeni alacak… Zaten sevgili Abidenin öykülerinde de bu gerçek gözle görülür biçimde değişmiş. Çok da güzel olmuş, ben çok beğendim. Sizlerin de bu güzel öyküleri beğeniyle okuyacağınızı düşündüğümü belirtirken, sevgili doktoruma bu yönde başarılar diliyor, bizleri benzer yeni öykülerle buluşturmasını istiyorum…
“Martı
Sabahın erken saatlerinde, balıkçı motorları denize açılıyor. Sahilde onlara “Uğur ola!” diyen hiçbir kadın yok.
Şamandıranın üstündeki martıdan başka! “
NADAS
Abide AKTAR ÖZGÜLE

Babıâli kitaplığıYayınları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder