İzmir Tabip Odası Hekim yazın gurubumuz.
Okuyucu
ve romancı:
Acaba
kaç okuyucu bilir, hayran kaldığı bir romanın oluşumunda kendisinin de etki
payının olup olmadığını?
Oysa
roman, okuyucunun eline daha değmeden, romancının kurgularında can bularak oluşmaya
başlamış, kâğıt üzerinde de son şeklini almıştır. Şöyle de düşünelim, yenilecek
halde sofraya konulan meyvenin, örneğin kayısının, o hale gelmesinde yani
olgunlaşmasında, onu satın alan tüketicinin hiç etkisi yoktur. Oysa fikirsel bir ürün olan romanla okuyucu
arasında görülmeyen gizli bir ilişki vardır; o da ancak kayısı tadılmadan önceki bilinen tadına benzer.
Bu
nasıl olur?
Daha
önceki yazdıklarından ötürü okuyucu gurubunun ona verdiği tatla roman
kurgulanmaya başlanıp, önceki kitaptan aldığı haz yazarını sarıp kuşatır.
Ama bunu ikisi de bilmez. Ne yazar, ne
okuyucu! Oysa aralarındaki telepati yolunun bir ürünü olan romanın değeri,
ikisinin de sahip olduğu değerlerin orantısına eşittir. Yani birinin yazma
değeri, ötekinin birikim değeriyle orantılıdır… Örneğin, okuyucunun seviyesi
roman yazarından fazla olursa, kitap daha ilk satırlarda sıkıntıya yol açıp
bırakılmasına neden olur. Bu nedenle düşüncemizi şöyle sürdürülebilme şansımız da vardır:
-romancı,
kurgusu, kültürü ve zevki, kendisinden pek farkı olmayan gizemli bir dosta hitap
edercesine, karşısındaki varlığın kalite sınırları içinde kalmak zorundadır.
Çünkü yazar, romanını yazarken,
karşısında sayılan niteliklere haiz bir okuyucu olduğunu düşünemese bile, var
olduğuna kalben inandığı bir şahsiyetin gölgesinin, omuzları üzerinde onu
izlediğini, hatta yazdıklarını okuduğunu düşünür. İşte onun yazdıklarını okuduğunu
sandığı o hayali okuyucu, gerçek okuyucunun o an temsilciliğini yapar. Onun
ötesinde onun zevkine, hayat anlayışına ve duygularına adeta vekalet eder. Bu tasarım
o gün sadece bir kurgu olabilir ama yarın gerçek olacaktır. Yani kitabın
yazılma sürecinde bir gölge el biçimiyken, kitap basıldıktan sonra gerçek olup
kişilik kazanacaktır.
İşte
roman, böylesi müşterek bir zevk ve anlayışı içerdiği için, ikisi tarafından beğenilmeye
de hak kazanır. Dolayısıyla okunması için çok tercih edilir. Özellikle de kültür seviyesi yüksen olanlarca...
Ama
daha değişik seviye gurupları da vardır. Bunlar “şunlar, bunlardır” diye
sıralaması yapılamasa da her zaman tahmin edilebilir. Bunların aralarında sunulanı kabullenme açısından yakınlıklar olduğu kadar, uçurum sayılacak uzaklıklar da vardır. O nedenle bir
romancının her okuyucuyu tatmin etmesi kolay değildir. Üstelik ele alına her
konunun kurgusu böyle bir kolaylığı sağlayamaz. Herkes her konuyu beğenmeyebilir.
Bu
yönde şöyle bir son söz söylemem mümkün. Okuyucu ne ise, roman da odur. Bu
karşılıklı ilişki okuyucu ile romancı arasında gizli, hatta gözle görünmeyen
bir zevk anlayışı dengesi oluşturur. Dolaysıyla her roman onun emrindedir.
Roman
ve Biyografi:
Bizde
okuyucu kitlesinin tarih ve tefrika romanlarında aradığı nitelik, daha çok insanın
kendi kendisiyle değil, başkalarıyla ilişkisinin dram hikayesidir daha çok. Çünkü kendine benzer bir dram okuyucuyu çok fazla ilgilendirmez. Zaten o kendisidir. Ama kendisinden farklı
yaşayanların dramı okuyanı daha çok ilgilendirir.
Ne
kadar çağdaş bir dünyada yaşıyoruz diye öğünsek de; henüz kahramanların iç dalgalanmaları dediğimiz romanın adeta can damarı
sayılan iç analiz ve tahliller hala okuyucular arasında yeterince ilgi
görmemektedir. O nedenle psikolojik/sosyolojik konular istenilen ölçekte
romanımıza henüz yeterince yansımamaktadır.
Ancak
somut olaylardan ve davranışlardan, yola çıkarak sıradan bir ruh analizini yansıtmaya
çalışan romanımız var. Üstelik bu kısım sayıca fazla. Bu tür yazan yazarlarımız
insandan çok anekdota yani kısa öyküye yer verdiklerinden, roman haline getirilmiş
veya sadece biyografik yöne yeterince yer vermemektedir…
Son
günlerde verdiğimiz örneğe uygun kitapların yazıldığını biliyoruz ama bizim
asıl istediğimiz bunun bir yazım türü olarak kabul görmesi ve gereken yerlerde
bulunmasıdır.
Önemli
kişilerin yaşamlarına dair kitaplar, bizim dışımızdaki uluslarda önemli yazım
nedeni olduğu halde, biz de henüz yeterince önem kazanmadığı gibi, benzeri
çevirmelerde az bulunmaktadır.
İnsanların özellikle
kendisiyle oluşan tezatlarına hatta somut olaylara fazla ilgi duymayan bir birey yapımız vardır. Roman-cılığımızda biraz işte bu felsefeye yakın durur. O nedenle Türk
romancılığının çoğa yakını, henüz kahramanını olay çıkaran kişi
olarak karakterize etmekten öteye gidemiyor. Bu durum belki ulusal bir
biçimleniş, ya da yazgı… Oysaki insan ruhunun gizemli dehlizlerine
girip onları analitik bir ortamda çözebilse, bireyin yaşamındaki krizleri ve
somut faciaları daha iyi anlamış olur. Dolaysıyla insanı daha iyi anlatır...
Eğer
böyle bir sorunumuz olmasaydı, Biyografik roman türünde sayısız Türk
portrelerinin bulunduğu onca kitap şu an kitabevi raflarını süslemiş olacaktı.
Şu anda böyle bir eşik yükseltmeye başlamış olsak da sanat değeri yüksek roman
açısından, henüz, insan ruhunun giriş kapısında içeriye yeni giriş yapmış sayılırız.
Bu
yolda bence en büyük eksiğimiz,
insanı bildiğimiz halde onun asıl ne olduğunu görmeye, içyapısını çözümlemeye
çalışmıyoruz. İşte bu eksikliği yerine getirdiğimiz zaman, romancılığımızın
daha büyük bir ivme kazanacağını düşünüyorum. Üstelik bu konuda çok iyimserim.
Çünkü üslubunu beğenmediğimiz genç neslimiz, bu yönde bizden daha yetenekli
gibi gözüküyor. yararlanacakları olanaklar daha fazla.Dostlara selam olsun.
Değerli Hocam;roman hakkında sizden öğrendiğim bilgiler ışığında edebiyatın roman dalında yol almaktayim... Benden başka birçok yazarın da bu bilgiler ışığında yol alıp ilerleyecegi net! Bu değerli bilgileri bizlerle paylaştığınız için minnettarım... Sevgi ve saygılarımla...
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil