11 Aralık 2015 Cuma


                                            İzmir Tabip Odası Hekim yazın gurubumuz.



Okuyucu ve romancı:
Acaba kaç okuyucu bilir, hayran kaldığı bir romanın oluşumunda kendisinin de etki payının olup olmadığını?
Oysa roman, okuyucunun eline daha değmeden, romancının kurgularında can bularak oluşmaya başlamış, kâğıt üzerinde de son şeklini almıştır. Şöyle de düşünelim, yenilecek halde  sofraya konulan meyvenin, örneğin kayısının, o hale gelmesinde yani olgunlaşmasında, onu satın alan tüketicinin hiç etkisi yoktur.  Oysa fikirsel bir ürün olan romanla okuyucu arasında görülmeyen gizli bir ilişki vardır; o da ancak kayısı tadılmadan önceki bilinen tadına benzer.
Bu nasıl olur?
Daha önceki yazdıklarından ötürü okuyucu gurubunun ona verdiği tatla roman kurgulanmaya başlanıp,  önceki kitaptan aldığı haz yazarını sarıp kuşatır. Ama bunu ikisi de bilmez.  Ne yazar, ne okuyucu! Oysa aralarındaki telepati yolunun bir ürünü olan romanın değeri, ikisinin de sahip olduğu değerlerin orantısına eşittir. Yani birinin yazma değeri, ötekinin birikim değeriyle orantılıdır… Örneğin, okuyucunun seviyesi roman yazarından fazla olursa, kitap daha ilk satırlarda sıkıntıya yol açıp bırakılmasına neden olur. Bu nedenle düşüncemizi şöyle sürdürülebilme şansımız da vardır:

-romancı, kurgusu, kültürü ve zevki, kendisinden pek farkı olmayan gizemli bir dosta hitap edercesine, karşısındaki varlığın kalite sınırları içinde kalmak zorundadır.  Çünkü yazar, romanını yazarken, karşısında sayılan niteliklere haiz bir okuyucu olduğunu düşünemese bile, var olduğuna kalben inandığı bir şahsiyetin gölgesinin, omuzları üzerinde onu izlediğini, hatta yazdıklarını okuduğunu düşünür. İşte onun yazdıklarını okuduğunu sandığı o hayali okuyucu, gerçek okuyucunun o an temsilciliğini yapar. Onun ötesinde onun zevkine, hayat anlayışına ve duygularına adeta vekalet eder. Bu tasarım o gün sadece bir kurgu olabilir ama yarın gerçek olacaktır. Yani kitabın yazılma sürecinde bir gölge el biçimiyken, kitap basıldıktan sonra gerçek olup kişilik kazanacaktır.  
İşte roman, böylesi müşterek bir zevk ve anlayışı içerdiği için, ikisi tarafından beğenilmeye de hak kazanır. Dolayısıyla okunması için çok tercih edilir. Özellikle de kültür seviyesi yüksen olanlarca...
Ama daha değişik seviye gurupları da vardır. Bunlar “şunlar, bunlardır” diye sıralaması yapılamasa da her zaman tahmin edilebilir. Bunların aralarında sunulanı kabullenme açısından yakınlıklar olduğu kadar, uçurum sayılacak uzaklıklar da vardır. O nedenle bir romancının her okuyucuyu tatmin etmesi kolay değildir. Üstelik ele alına her konunun kurgusu böyle bir kolaylığı sağlayamaz. Herkes her konuyu beğenmeyebilir.
Bu yönde şöyle bir son söz söylemem mümkün. Okuyucu ne ise, roman da odur. Bu karşılıklı ilişki okuyucu ile romancı arasında gizli, hatta gözle görünmeyen bir zevk anlayışı dengesi oluşturur. Dolaysıyla her roman onun emrindedir.

Roman ve Biyografi:

Bizde okuyucu kitlesinin tarih ve tefrika romanlarında aradığı nitelik, daha çok insanın kendi kendisiyle değil, başkalarıyla ilişkisinin dram hikayesidir daha çok. Çünkü kendine benzer bir dram okuyucuyu çok fazla ilgilendirmez. Zaten o kendisidir. Ama kendisinden farklı yaşayanların dramı okuyanı daha çok ilgilendirir.
Ne kadar çağdaş bir dünyada yaşıyoruz diye öğünsek de; henüz kahramanların iç dalgalanmaları dediğimiz romanın adeta can damarı sayılan iç analiz ve tahliller hala okuyucular arasında yeterince ilgi görmemektedir. O nedenle psikolojik/sosyolojik konular istenilen ölçekte romanımıza henüz yeterince yansımamaktadır.
Ancak somut olaylardan ve davranışlardan, yola çıkarak sıradan bir ruh analizini yansıtmaya çalışan romanımız var. Üstelik bu kısım sayıca fazla. Bu tür yazan yazarlarımız insandan çok anekdota yani kısa öyküye yer verdiklerinden, roman haline getirilmiş veya sadece biyografik yöne yeterince yer vermemektedir…
Son günlerde verdiğimiz örneğe uygun kitapların yazıldığını biliyoruz ama bizim asıl istediğimiz bunun bir yazım türü olarak kabul görmesi ve gereken yerlerde bulunmasıdır.
Önemli kişilerin yaşamlarına dair kitaplar, bizim dışımızdaki uluslarda önemli yazım nedeni olduğu halde, biz de henüz yeterince önem kazanmadığı gibi, benzeri çevirmelerde az bulunmaktadır.
İnsanların özellikle kendisiyle oluşan tezatlarına hatta somut olaylara fazla ilgi duymayan bir birey yapımız vardır. Roman-cılığımızda biraz işte bu felsefeye yakın durur. O nedenle Türk romancılığının çoğa yakını, henüz kahramanını olay çıkaran kişi olarak karakterize etmekten öteye gidemiyor. Bu durum belki ulusal bir biçimleniş, ya da yazgı… Oysaki insan ruhunun gizemli dehlizlerine girip onları analitik bir ortamda çözebilse, bireyin yaşamındaki krizleri ve somut faciaları daha iyi anlamış olur. Dolaysıyla insanı daha iyi anlatır...
Eğer böyle bir sorunumuz olmasaydı, Biyografik roman türünde sayısız Türk portrelerinin bulunduğu onca kitap şu an kitabevi raflarını süslemiş olacaktı. Şu anda böyle bir eşik yükseltmeye başlamış olsak da sanat değeri yüksek roman açısından, henüz, insan ruhunun giriş kapısında içeriye yeni giriş yapmış sayılırız.

Bu yolda bence en büyük eksiğimiz, insanı bildiğimiz halde onun asıl ne olduğunu görmeye, içyapısını çözümlemeye çalışmıyoruz. İşte bu eksikliği yerine getirdiğimiz zaman, romancılığımızın daha büyük bir ivme kazanacağını düşünüyorum. Üstelik bu konuda çok iyimserim. Çünkü üslubunu beğenmediğimiz genç neslimiz, bu yönde bizden daha yetenekli gibi gözüküyor. yararlanacakları olanaklar daha fazla.Dostlara selam olsun.
           




2 yorum:

  1. Değerli Hocam;roman hakkında sizden öğrendiğim bilgiler ışığında edebiyatın roman dalında yol almaktayim... Benden başka birçok yazarın da bu bilgiler ışığında yol alıp ilerleyecegi net! Bu değerli bilgileri bizlerle paylaştığınız için minnettarım... Sevgi ve saygılarımla...

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil