Teknik konularla birlikte roman hakkında
genel bir değerlendirme:
Romanın
değerlendirilmesi konusundaki bu ilk konuşmamda, bugünkü durumundan çok, dünya
ülkelerindeki roman anlayışından söz etmek istiyorum. Son yaptığım araştırmalara göre bütün
ülkelerde biraz da abartılı bir kapsamı olduğunu gördüm.
Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı, bütün sosyal
değerlerde bir yenileşme/hoşgörü yarattı. Doğal olarak gözü ve gönlü okşayan,
sanat değeri olan ürünler de bu görüşe paralel olarak değişti.
Ne
yazık ki bu değişikliğin sonucunun nereye varacağı düşünülemedi. Bunun neticesi
eski ve yeni nesiller arasında o kadar derin bir uçurum yaratıldı ki; farklı iki
kutup haline geldiler. Bunların anlaşabilmek için birbirine açtıkları elleri
bile zaman zaman boşlukta kalıverdi... Çünkü her şeyiyle geleneğe, klasiğe
alışkın olan eskiler, yenilerin bu farklı sloganlarını/algılarını bir türlü
anlayamadılar. Ya da anlamada zorlandılar… Sanki aralarından asırlar geçmiş
gibi bir olgu vardı.
Peki, romandan ne
anlıyoruz?
İfade
etmeye çalıştığım bu iki nesil, bize dünkü romanla, bugünkü romanın ne olduğunu
anlamamıza yetiyor. Düne kadar roman
deyiminden çıkardığımız anlam şöyleydi:
- ayrı
karakterlere sahip iki insan!
-bunlar
arasında büyük hırsların çarpışması,
-ya
da geçici birçok hevesler ve mimarinin gelişmesine paralel az veya çok gerçek
ya da hayali olaylar,
-bu
olaylara mekan olan yerler… Nedir bunlar;
ev, sokak, bahçe veya doğa tasvirleri...
-Sonra
kahramanların geçirdiği ruhi değişmeler; peki,
bunlar nedir? Umutsal düşler, betimlemeler, tereddütler, kararlar… Yani
dimağımızın yumuşak dokusuna basılmış iz yapıcı mühürler.
-Ve
bütün bu sayılanlardan yaratılan hayali bir bileşim, yani bir araya getirilme…
İşte
bütün bu saylan biçimleme anlatılarla ortaya çıkan görüntü bir yaşamı
yansıtıyor ve iç dünyamız da buna kolayca inanıyorsa, buna hakiki yani REALİST
roman diyoruz.
Yok,
düşüncemiz, olayları olumsuz buluyor, olguları adeta tahrip edercesine
mübalağaya kaçarak taklit ediyorsa buna da romantik, ya da hayali roman diyoruz. Kısacası hepimiz bir romandan:
-olayın
yaşamla anlaşabilmesini,
-kahramanların
karakterlerinde psikolojik yansıtmanın doğruluğunu,
-tahlilde
ki etkinliği,
-betimlemedeki
doğallığı ve sadeliği,
-anlatı
biçimindeki doğruluğu, anlattığını
anılıyoruz…
Peki,
günümüzdeki roman anlayışımızda değişen ne oldu?
Bugün
geçmişteki gibi Realizm, (gerçekçi)
Romantizm
(coşumculuk- duygu, coşku ve imgeye aşırı yer vermek
Natüralizm
(doğalcılık)
Ya
da meslek yaşamları gibi roman türünü ayırma olanağımız azdır. Çünkü bugün
yepyeni roman örnekleriyle karşı karşıya bulunuyoruz…
Çok
enteresandır! Bugünkü Batı şaheserleri diyebileceğimiz birçok romanın içinde
öyle romanlar vardır ki;
-seçilebilir bir konuları bile yoktur,
- Bazılarında
olaylar, eserin başında başlamaz, sonunda da bitmez.
-Yani olayın hangi
gün, hangi mevsimde, nerede, nasıl olduğu pek seçilmez.
-Bazılarında
kahramanların adının olmadığı görülür.
-Hatta kahramanların
karakterlerinden beklenilmeyen bir davranışla karşılaşmanız çok doğaldır.
Hareketli diye düşündüğümüz bir karakter tam tersi pısırık, tembel bir tipleme
olarak karşımıza çıkar.
ÖRNEĞİN;
PROUST’UN
eserlerinde büyük olaylar yoktur. Hareket seyri temanın düşündürdüklerine göre
çok basittir. Öyle ki; en kısa mesafe sayılan bir odadan
öteki odaya insanlar, kırk sayfa anlatımla bile geçemezler.
Bu
durum yazarın ve kahramanın tembelliğinden kaynaklanmaz. Sadece romancının sonu
gelmeyen hürriyet istemiyle, zaptı rap altına alamadığı şuurundan kaynaklanır.
Bazı
romancıların, gerçekle asla ilişkileri olmadığı görülür. Kendini düşlerinin
serbest akışına bırakarak, aklımızın en büyük algısına zıt, mantığın
reddedeceği kavram ve ne olduğu tam seçilemeyen geniş görüşleri gözler önüne
serer.
Bugünkü
roman; hakiki ve hayali bir olayın, bilinen tahlil ve tasvir öğeleriyle
başından sonuna kadar bilinen roman dili ve üslubuyla hikâye edilmez. Zaman
zaman dil ve üslup başta belirtilen tipinden çok farklılaşır.
Öte
yandan bugünkü roman, rastgele görüntü ve mekân dekorları içinde, birbirinin
sanki aynısıymış gibi insan maceralarını anlatma da değildir. Mutlaka
farklılıkları vardır, ama bunu ayırmak çok zordur.
Açıkça
söylenilmesi gerekirse; bir romanda genel olarak;
-
olay ve dinamizm yeterince olmayabilir,
-
olayın içyüzünü aksettirebilmek için danışıklı dövüş ve tahrik edici yöntemler
de içermeyebilir,
-Ama
ruhi çözümler mutlaka doyurucu boyutta olmalıdır.
-Bir
romanda olayın başı ortası, sonu, gelişme, sona erme bölümleri seçilmeyebilir.
Yeter
ki; hayat akışından kaleme aldığı parçayı bize anlayacağımız biçimde aksettirsin.
-Roman
olaylarında gerçeğe uyma şartı aranmadığı gibi, karakterlerin daha önceden
araştırmasının yapılması ve kontrol altında tutulması da önemli değildir.
-Çünkü
hikâye edilenin, yani hikâyenin bağımsız olma durumu yoktur. Bazı kısımları
uzun, bazı kısımları da kısa olabilir. Yeter ki romancının, düş âleminde
harekete geçen insanlık, büyük bir hayalden zevk alıp, bizleri anlatının derinliklerine
çekebilsin!
İşte
bu sayılan olguları alt alta koyduğumuzda özellikle Batıda bir roman kargaşası
olduğunu söylemek doğrudur. İşte bu kargaşa, romana ait çok şeyin yazılmasında
ama net bir kararın verilmemesinden kaynaklanır…
Devamı var…
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder