3 Aralık 2015 Perşembe


Teknik konularla birlikte roman hakkında
genel bir değerlendirme:
Romanın değerlendirilmesi konusundaki bu ilk konuşmamda, bugünkü durumundan çok, dünya ülkelerindeki roman anlayışından söz etmek istiyorum.  Son yaptığım araştırmalara göre bütün ülkelerde biraz da abartılı bir kapsamı olduğunu gördüm.
 Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı, bütün sosyal değerlerde bir yenileşme/hoşgörü yarattı. Doğal olarak gözü ve gönlü okşayan, sanat değeri olan ürünler de bu görüşe paralel olarak değişti. 
Ne yazık ki bu değişikliğin sonucunun nereye varacağı düşünülemedi. Bunun neticesi eski ve yeni nesiller arasında o kadar derin bir uçurum yaratıldı ki; farklı iki kutup haline geldiler. Bunların anlaşabilmek için birbirine açtıkları elleri bile zaman zaman boşlukta kalıverdi... Çünkü her şeyiyle geleneğe, klasiğe alışkın olan eskiler, yenilerin bu farklı sloganlarını/algılarını bir türlü anlayamadılar. Ya da anlamada zorlandılar… Sanki aralarından asırlar geçmiş gibi bir olgu vardı.
Peki, romandan ne anlıyoruz?
İfade etmeye çalıştığım bu iki nesil, bize dünkü romanla, bugünkü romanın ne olduğunu anlamamıza yetiyor. Düne kadar roman deyiminden çıkardığımız anlam şöyleydi:
- ayrı karakterlere sahip iki insan!
-bunlar arasında büyük hırsların çarpışması,
-ya da geçici birçok hevesler ve mimarinin gelişmesine paralel az veya çok gerçek ya da hayali olaylar,
-bu olaylara mekan olan yerler… Nedir bunlar; ev, sokak, bahçe veya doğa tasvirleri...
-Sonra kahramanların geçirdiği ruhi değişmeler; peki, bunlar nedir? Umutsal düşler, betimlemeler, tereddütler, kararlar… Yani dimağımızın yumuşak dokusuna basılmış iz yapıcı mühürler.
-Ve bütün bu sayılanlardan yaratılan hayali bir bileşim, yani bir araya getirilme…
İşte bütün bu saylan biçimleme anlatılarla ortaya çıkan görüntü bir yaşamı yansıtıyor ve iç dünyamız da buna kolayca inanıyorsa, buna hakiki yani REALİST roman diyoruz.
Yok, düşüncemiz, olayları olumsuz buluyor, olguları adeta tahrip edercesine mübalağaya kaçarak taklit ediyorsa buna da romantik, ya da hayali roman diyoruz.  Kısacası hepimiz bir romandan:
-olayın yaşamla anlaşabilmesini,
-kahramanların karakterlerinde psikolojik yansıtmanın doğruluğunu,
-tahlilde ki etkinliği,
-betimlemedeki doğallığı ve sadeliği,
-anlatı biçimindeki doğruluğu, anlattığını anılıyoruz…
Peki, günümüzdeki roman anlayışımızda değişen ne oldu?
Bugün geçmişteki gibi Realizm, (gerçekçi)
Romantizm (coşumculuk- duygu, coşku ve imgeye aşırı yer vermek
Natüralizm (doğalcılık)
Ya da meslek yaşamları gibi roman türünü ayırma olanağımız azdır. Çünkü bugün yepyeni roman örnekleriyle karşı karşıya bulunuyoruz…
Çok enteresandır! Bugünkü Batı şaheserleri diyebileceğimiz birçok romanın içinde öyle romanlar vardır ki;
-seçilebilir bir konuları bile yoktur,
- Bazılarında olaylar, eserin başında başlamaz, sonunda da bitmez. 
-Yani olayın hangi gün, hangi mevsimde, nerede, nasıl olduğu pek seçilmez.
-Bazılarında kahramanların adının olmadığı görülür.
-Hatta kahramanların karakterlerinden beklenilmeyen bir davranışla karşılaşmanız çok doğaldır. Hareketli diye düşündüğümüz bir karakter tam tersi pısırık, tembel bir tipleme olarak karşımıza çıkar.
ÖRNEĞİN;
PROUST’UN eserlerinde büyük olaylar yoktur. Hareket seyri temanın düşündürdüklerine göre çok basittir. Öyle ki; en kısa mesafe sayılan bir odadan öteki odaya insanlar, kırk sayfa anlatımla bile geçemezler.
Bu durum yazarın ve kahramanın tembelliğinden kaynaklanmaz. Sadece romancının sonu gelmeyen hürriyet istemiyle, zaptı rap altına alamadığı şuurundan kaynaklanır.
Bazı romancıların, gerçekle asla ilişkileri olmadığı görülür. Kendini düşlerinin serbest akışına bırakarak, aklımızın en büyük algısına zıt, mantığın reddedeceği kavram ve ne olduğu tam seçilemeyen geniş görüşleri gözler önüne serer.
Bugünkü roman; hakiki ve hayali bir olayın, bilinen tahlil ve tasvir öğeleriyle başından sonuna kadar bilinen roman dili ve üslubuyla hikâye edilmez. Zaman zaman dil ve üslup başta belirtilen tipinden çok farklılaşır.
Öte yandan bugünkü roman, rastgele görüntü ve mekân dekorları içinde, birbirinin sanki aynısıymış gibi insan maceralarını anlatma da değildir. Mutlaka farklılıkları vardır, ama bunu ayırmak çok zordur.
Açıkça söylenilmesi gerekirse; bir romanda genel olarak;
- olay ve dinamizm yeterince olmayabilir,
- olayın içyüzünü aksettirebilmek için danışıklı dövüş ve tahrik edici yöntemler de içermeyebilir,
-Ama ruhi çözümler mutlaka doyurucu boyutta olmalıdır.
-Bir romanda olayın başı ortası, sonu, gelişme, sona erme bölümleri seçilmeyebilir.
Yeter ki; hayat akışından kaleme aldığı parçayı bize anlayacağımız biçimde aksettirsin.
-Roman olaylarında gerçeğe uyma şartı aranmadığı gibi, karakterlerin daha önceden araştırmasının yapılması ve kontrol altında tutulması da önemli değildir.
-Çünkü hikâye edilenin, yani hikâyenin bağımsız olma durumu yoktur. Bazı kısımları uzun, bazı kısımları da kısa olabilir. Yeter ki romancının, düş âleminde harekete geçen insanlık, büyük bir hayalden zevk alıp, bizleri anlatının derinliklerine çekebilsin!
İşte bu sayılan olguları alt alta koyduğumuzda özellikle Batıda bir roman kargaşası olduğunu söylemek doğrudur. İşte bu kargaşa, romana ait çok şeyin yazılmasında ama net bir kararın verilmemesinden kaynaklanır…
                                                 Devamı var…

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder