ÖYKÜYÜ ŞİİRLEŞTİREN USTA YAZAR
ATİLA ER
Sevgili
Atila ile dostluğumuz uzun yıllara dayanır. Belki İzmir’de ilk tanıdığım
yazardır… Bunda da sıcakkanlı ve dostça davranışının etkisi çoktur… Onu sanatçı
kişiliğiyle en olgun süreci olan 2000’li yıllarda daha yakından tanıma şansım
oldu… Özellikle benim Sağlık Der. Genel başkanı olduğum dönemlerde… Şairliğinin
yanı sıra kişisel davranışları ve yazına olan tutkusu onu her gün biraz daha güçlendiriyor,
bu yoldaki yükseliş basamaklarını sağlamlaştırıyordu… Atila’nın bu tutkusunun
kendisini bir gün doruk noktaya taşıyacağını biliyordum. Bunda da yanılmadım.
Çünkü sevgili dostum, şiirin yanı sıra edebiyatın diğer kolu olan deneme ve
öykü çalışmalarına da başlamıştı. Tabii onun çocuklar için yazmış olduğu
öyküler ve şiirlerinden de söz etmeden geçersem saygısızlık yapmış olurum…
Ben, belki yapımdan kaynaklanan bir nedenden ötürü edebiyatın sadece
roman türüyle uğraşmayı tercih ettim. Romanı sevdim, onun ivme kazanması için
kendimle adeta yarıştım. Böyle bir çalışma yaparken deneme ve öyküye de zaman ayırdığım
süreçler oldu. Dahası bu yönde birikime gereksinimim olduğun düşündüm. Tzvetan
Todorov, Sait Faik, Sabahattin Ali ve Çehov benim bu yoldaki çalışmalarımın
rehberidir. Özellikle de Tzvetan Todorov’un Edebiyat kavramıyla öykü ve denemenin
ne olduğunu daha iyi seçmeye başladım. Bunu neden söylüyorum? Bir önemi olduğu için. Çünkü Atila’nın “Zekarat” isimli ilk deneme kitabını, (yazımın
hemen arkasından,) bu taze birikimimle ilk okuma işi bana nasip oldu. Adını
söylediğim bu ustaların sanatsal sinerjisiyle iyice sindirerek okumuş, çok da
keyif almıştım Zekarat’tan… Şimdi de bu
kitabını “AŞK YALNIZLIKLARINI” geç de
olsa okuyabildim. Zaten bu yazıyı yazmam da bundan kaynaklandı, hatta biraz da
gecikti bir takım zorunluluklarımdan…
AŞK YALNIZLIKLARI, Kanguru yayınlarınca basılmış. Kapak kompozisyonu da
çok anlamlı! Sanki ruhun iki yapısına iki ayrı perspektiften bakmış, hem
sevinci, hem de kaygıyı yansıtan üslup çok güzel seçiliyor resimde... Üstelik
içinde taşıdığı öykülerin anlamını da çok güzel özetlemiş… 96 sayfa, iki bölüm
ve on yedi öyküden oluşan kitap, küçük gibi görünse de anlam itibarıyla zor
taşınabilecek bir eser. Onun tanıtımında bir konuşmacının, “Atila’nın öykülerinin
ilk paragraf başlığı ile sonuca ulaşamazsınız. Çünkü giriş ve genişleme
paragrafı sizi umduğunuz dünyaya götürmekden uzaktır. Daha farklı bir dünya’ya yolculuk
yapacağınıza inandığınız anda da, bir de bakmışsınız ki, konunun ana temasına
geri dönmüşsünüz.” Demişti…
Demişti de bana biraz garip gelmişti yaklaşım. Çünkü onun denemelerindeki
mesajdan içinden geldiğiniz yeri, nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı hatta ne
düşündüğünüzü daha ilk söylemden seçersiniz. Diye düşünmüş fazla kaile
almamıştım… Bunda yanıldığımı hatırladım. Demek ki konuşmacı gerçeklerden söz
etmişti… Onun da ötesinde Atila geçmişin kendinse sağladığı olağanüstü deneyimle
farklı bir öykü yazma biçimi yaratmış… Doğrusu bundan çok mutlu oldum. Öykü ve
romanlar aynen insan yaşamı gibi hep ileriye bakarlar. Bu ilerinin içinde
insanın her türlü donanımı vardır. Bu donanımı okuyucunun anlayacağı biçimde
sergileyebiliyorsan doğru yoldasın demektir. Atila bu doğru yolu seçtiği gibi,
içinde yaşadığı çağın gerçek insanını da vurgulamaya çalışmış deyip, biraz da
kitabın iç sayfalarında gezinelim istiyorum. Burada bazı konu başlıklarının
ileri çıktığını hep birlikte göreceğiz. Bunu da içimizden geldiği gibi, eskinin
o bunaltıcı yapılarından sıyrılarak özgünce söylemeye çalışacağız
düşüncelerimiz... Bir kere sevgili
Atlila, ilk öyküsünde bir çocukluk özlemiyle yola çıktığını vurgulamaya
çalışırken asıl satır aralarına öğüt vermeyi yeğlemiş. Üstelik her canlının
yaşamdaki payı kadar olan hakkını kendine teslim etmeye çalışmış. Bunu yaparken
de insanların umursamaz yönlerine göndermede bulunmuş, “Aynen bu dünyaya insan
olarak neden geldiniz?“ Sorusuna yanıt
ararcasına… Bunu zaman gelmiş arıların üstünden, zaman gelmiş serçelerin
üzerinde örneklemeye çalışmış. Çoğunu okurken Fransız yazarı La Fonteini
anımsadım. O da iyilikleri ve kötülükleri hayvanlar üzerinden küçüklere
anlatmaya çalışıyordu. Ama sevgili dostumda daha farklı ve daha can alıcı bir
yön daha gelişmişti, o da seslenişte büyük küçük seçmemişti. Toplumun geneline
seslenmişti. Bu da bana Sabahattin Ali’nin “Toplum gerçekçiliğini” anımsattı.
Buna ortak sözü “Evladım, sakın ola kuş
yuvalarına zarar verme, kuş yuvasını bozanın yuvası olmazmış, özellikle de
serçe yuvasını…” Tabii buraya ormanda çıkan yangında bütün hayvanlar
ilgisiz kalırken, sadece serçenin gagasıyla sutaşıma çalışmasını örnek bir
davranış olarak yapıştırmak gerekir… En azından getireceği suyla yangını
söndüremese de, yangını söndürmeye gayret etmesi büyüklerin bile ders çıkarması
gereken bir vurgudur. Tabii böyle bir vurgunun özünde sevgi olmaz mı? “Bir
serçenin balkona yuva yapması sonucu, kanatlanıp uçana kadar, ev halkınca
gösterilen saygının adı, sanırım sevgiden başka bir şeydeğildir. Bu yönde de
dikkat çekmek isterim.” Nedense serçelere karşı tutkusu fazla Atila’nın…
Eğretime yapmasını da onlarla daha güzel yapıyor. Bunu çalışkan olmalarına
bağlıyor, daha çok… Yaşamım boyunca defalarca yolum kesişti bu akıllı serçelerle” sözüyle
sizi yine başka bir akıl bahçesine çekerken, öykünün giriş grafiğini aniden
düşürüyor. Bu anda öykü bitti sanıyorsunuz. Oysa öyle değil, “Bütün gün evde oturmaktan sıkılmıştım.
İçim daralmıştı. Eşimin onayını aldıktan
sonra çarşıya gitmek üzere yola koyuldum” şeklindeki yeni paragrafıyla sizi
ayni öykünün başka girift bir yapısına çekmeye çalışıyor. Oysa paragraf ayni öykünün devamı. İşte burada okuyucu ile küçük
oyunlar da oynuyor Atilla. O oyunun karmaşasına okuyucuyu çekerek, ayni konuyla
başka bir hayal içinde etkilemeye çalışıyor yürekleri… Bu yaptığı çağdaş öykü
geleneğinin bir uygulaması! Okuyucuyu demek istediklerini anlamaya yönlendiriyor.
Hem de ciddi ciddi sözcüklerle… Aynı zamanda düşündürüyor. İşte bakın bu
paragrafa söylediklerimde ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. Konu yine o
akıllı serçeler… Serçe ona, “Er, gene kon… Er, gene kon!” derken,
çıktığı daldaki si(li)vri
budaklardan sakınmasını söylüyor. Tabi istediği oyun da başlıyor yeniden “ … gizlice gülüyorum ona. Peltek konuşan
çocuklara benziyordu. Budakların silivri yanı… Hay hay çok komikti arkadaşım” diye
ülkemizin bir siyasal acı gerçeğini vurgulamaya çalışırken, sivri dillilikten
de bir takım simgelerle korunmaya çalışıyordu. Hem de ileri gittiğini
anımsatarak “Er, gene kon! Er, gene
kon!../ O günden sonra hep saklanır oldum. Yaşlı meşe ağacının si(li)vri dallarından…
Ne yapayım çok zeki de olsa, sonuçta bir kuştu işte. Zor öğreniyordu Türkçeyi.
Ya biz… kuş dilini…” Buradaki zıtlık da
göz ardı edilecek değil tabii… Cümle yapısını biraz keskin buldum. Bu
şiirsel alışkanlıktan kaynaklansa da söyleyeceklerini çok iyi bildiği
gösteriyor. Güzel bir kazanım. Kısa cümleler, sade ve anlaşılır nitelikte… Onun
da ötesinde “Peltek” gibi bazı yörelerin çok kullandığı bölgesel sözcükleri de
ustaca kullanabilmiş. Bu hali onun öykü bazında oldukça zenginleştiğini
gösteriyor. Bazı öykülerinde postmodern tarzı uygulamalar kullandığını gördüm.
“Bir suç denemesi” adlı öyküsünde oldukça yüze çıkıyor bu kullanım. Sakınca
değil, günümüzde bu tür bir yaşam benimsenmişse, öykülerimizde yansıyacaktır
elbette, bu çok doğal… Özellikle Yahya Kemalin “sesiz gemisi”, (gemilerde talim
var), gibi şiir- anonim türkü sözünden alınan parçalar, asıl anlatılmak
istediği öykünün içine kes-yapıştır usulüyle nakışlaması postmodern yazım
kavramının en güzel örneği. Böylece daha değişik bir algılama yaratmış oluyor Atila…
Günlük çalkantının içinde çabuk unuttuğumuz “şehit haberlerinin” postmodern
anlayışa çok benzediğini adeta gözümüzün içine sessizce sokmuş…
Onun bu kitaptaki her öyküsü böylesine uzun bir yazı olacak nitelikte.
Ancak ben onun öykücülüğü konusunda düşündüklerimi hemen hemen söylemiş
durumdayım. Böyle tanıtımlarda gereksiz sözcüklerle işin etiğinden ayrılmak
doğru değildir. Öte yandan bir insanın edebiyatçı kimliğinin sadece öykü türünü
böylesi kısa tanımlarla yüze çıkarmak mümkün değil… Bu bir kitap bile olsa.
Ancak Blog etiğine de uymak zorundayım. Bu nedenle yazımı burada noktalarken
sevgili dostuma başarılar diliyor, yüreğine sağlık derken, okuyucuya da “eğer
düşünmek, düşünerek yeniden yaşamak istiyorsanız –AŞK YALNIZLIKLARI- kitabının çengeline mutlaka takılın. Unutmayın
okuyunca çok mutlu olacaksınız. Aynen benim gibi sevinci ve acıyı birlikte
yaşayacaksınız. Saygılarımla…
AŞK YALNIZLIKLARI
ATİLA ER – KANGURU YAYINLARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder