20 Aralık 2015 Pazar


ÖYKÜYÜ ŞİİRLEŞTİREN USTA YAZAR
ATİLA ER
                Sevgili Atila ile dostluğumuz uzun yıllara dayanır. Belki İzmir’de ilk tanıdığım yazardır… Bunda da sıcakkanlı ve dostça davranışının etkisi çoktur… Onu sanatçı kişiliğiyle en olgun süreci olan 2000’li yıllarda daha yakından tanıma şansım oldu… Özellikle benim Sağlık Der. Genel başkanı olduğum dönemlerde… Şairliğinin yanı sıra kişisel davranışları ve yazına olan tutkusu onu her gün biraz daha güçlendiriyor, bu yoldaki yükseliş basamaklarını sağlamlaştırıyordu… Atila’nın bu tutkusunun kendisini bir gün doruk noktaya taşıyacağını biliyordum. Bunda da yanılmadım. Çünkü sevgili dostum, şiirin yanı sıra edebiyatın diğer kolu olan deneme ve öykü çalışmalarına da başlamıştı. Tabii onun çocuklar için yazmış olduğu öyküler ve şiirlerinden de söz etmeden geçersem saygısızlık yapmış olurum…
Ben, belki yapımdan kaynaklanan bir nedenden ötürü edebiyatın sadece roman türüyle uğraşmayı tercih ettim. Romanı sevdim, onun ivme kazanması için kendimle adeta yarıştım. Böyle bir çalışma yaparken deneme ve öyküye de zaman ayırdığım süreçler oldu. Dahası bu yönde birikime gereksinimim olduğun düşündüm. Tzvetan Todorov, Sait Faik, Sabahattin Ali ve Çehov benim bu yoldaki çalışmalarımın rehberidir. Özellikle de Tzvetan Todorov’un Edebiyat kavramıyla öykü ve denemenin ne olduğunu daha iyi seçmeye başladım. Bunu neden söylüyorum?  Bir önemi olduğu için. Çünkü Atila’nın  “Zekarat” isimli ilk deneme kitabını, (yazımın hemen arkasından,) bu taze birikimimle ilk okuma işi bana nasip oldu. Adını söylediğim bu ustaların sanatsal sinerjisiyle iyice sindirerek okumuş, çok da keyif almıştım Zekarat’tan…  Şimdi de bu kitabını “AŞK YALNIZLIKLARINI”  geç de olsa okuyabildim. Zaten bu yazıyı yazmam da bundan kaynaklandı, hatta biraz da gecikti bir takım zorunluluklarımdan…
AŞK YALNIZLIKLARI, Kanguru yayınlarınca basılmış. Kapak kompozisyonu da çok anlamlı! Sanki ruhun iki yapısına iki ayrı perspektiften bakmış, hem sevinci, hem de kaygıyı yansıtan üslup çok güzel seçiliyor resimde... Üstelik içinde taşıdığı öykülerin anlamını da çok güzel özetlemiş… 96 sayfa, iki bölüm ve on yedi öyküden oluşan kitap, küçük gibi görünse de anlam itibarıyla zor taşınabilecek bir eser. Onun tanıtımında bir konuşmacının, “Atila’nın öykülerinin ilk paragraf başlığı ile sonuca ulaşamazsınız. Çünkü giriş ve genişleme paragrafı sizi umduğunuz dünyaya götürmekden uzaktır. Daha farklı bir dünya’ya yolculuk yapacağınıza inandığınız anda da, bir de bakmışsınız ki, konunun ana temasına geri dönmüşsünüz.”  Demişti…
Demişti de bana biraz garip gelmişti yaklaşım. Çünkü onun denemelerindeki mesajdan içinden geldiğiniz yeri, nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı hatta ne düşündüğünüzü daha ilk söylemden seçersiniz. Diye düşünmüş fazla kaile almamıştım… Bunda yanıldığımı hatırladım. Demek ki konuşmacı gerçeklerden söz etmişti… Onun da ötesinde Atila geçmişin kendinse sağladığı olağanüstü deneyimle farklı bir öykü yazma biçimi yaratmış… Doğrusu bundan çok mutlu oldum. Öykü ve romanlar aynen insan yaşamı gibi hep ileriye bakarlar. Bu ilerinin içinde insanın her türlü donanımı vardır. Bu donanımı okuyucunun anlayacağı biçimde sergileyebiliyorsan doğru yoldasın demektir. Atila bu doğru yolu seçtiği gibi, içinde yaşadığı çağın gerçek insanını da vurgulamaya çalışmış deyip, biraz da kitabın iç sayfalarında gezinelim istiyorum. Burada bazı konu başlıklarının ileri çıktığını hep birlikte göreceğiz. Bunu da içimizden geldiği gibi, eskinin o bunaltıcı yapılarından sıyrılarak özgünce söylemeye çalışacağız düşüncelerimiz...  Bir kere sevgili Atlila, ilk öyküsünde bir çocukluk özlemiyle yola çıktığını vurgulamaya çalışırken asıl satır aralarına öğüt vermeyi yeğlemiş. Üstelik her canlının yaşamdaki payı kadar olan hakkını kendine teslim etmeye çalışmış. Bunu yaparken de insanların umursamaz yönlerine göndermede bulunmuş, “Aynen bu dünyaya insan olarak neden geldiniz?“  Sorusuna yanıt ararcasına… Bunu zaman gelmiş arıların üstünden, zaman gelmiş serçelerin üzerinde örneklemeye çalışmış. Çoğunu okurken Fransız yazarı La Fonteini anımsadım. O da iyilikleri ve kötülükleri hayvanlar üzerinden küçüklere anlatmaya çalışıyordu. Ama sevgili dostumda daha farklı ve daha can alıcı bir yön daha gelişmişti, o da seslenişte büyük küçük seçmemişti. Toplumun geneline seslenmişti. Bu da bana Sabahattin Ali’nin “Toplum gerçekçiliğini” anımsattı. Buna ortak sözü “Evladım, sakın ola kuş yuvalarına zarar verme, kuş yuvasını bozanın yuvası olmazmış, özellikle de serçe yuvasını…” Tabii buraya ormanda çıkan yangında bütün hayvanlar ilgisiz kalırken, sadece serçenin gagasıyla sutaşıma çalışmasını örnek bir davranış olarak yapıştırmak gerekir… En azından getireceği suyla yangını söndüremese de, yangını söndürmeye gayret etmesi büyüklerin bile ders çıkarması gereken bir vurgudur. Tabii böyle bir vurgunun özünde sevgi olmaz mı? “Bir serçenin balkona yuva yapması sonucu, kanatlanıp uçana kadar, ev halkınca gösterilen saygının adı, sanırım sevgiden başka bir şeydeğildir. Bu yönde de dikkat çekmek isterim.” Nedense serçelere karşı tutkusu fazla Atila’nın… Eğretime yapmasını da onlarla daha güzel yapıyor. Bunu çalışkan olmalarına bağlıyor, daha çok…  Yaşamım boyunca defalarca yolum kesişti bu akıllı serçelerle” sözüyle sizi yine başka bir akıl bahçesine çekerken, öykünün giriş grafiğini aniden düşürüyor. Bu anda öykü bitti sanıyorsunuz. Oysa öyle değil, “Bütün gün evde oturmaktan sıkılmıştım. İçim daralmıştı.  Eşimin onayını aldıktan sonra çarşıya gitmek üzere yola koyuldum” şeklindeki yeni paragrafıyla sizi ayni öykünün başka girift bir yapısına çekmeye çalışıyor. Oysa paragraf ayni öykünün devamı. İşte burada okuyucu ile küçük oyunlar da oynuyor Atilla. O oyunun karmaşasına okuyucuyu çekerek, ayni konuyla başka bir hayal içinde etkilemeye çalışıyor yürekleri… Bu yaptığı çağdaş öykü geleneğinin bir uygulaması! Okuyucuyu demek istediklerini anlamaya yönlendiriyor. Hem de ciddi ciddi sözcüklerle… Aynı zamanda düşündürüyor. İşte bakın bu paragrafa söylediklerimde ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. Konu yine o akıllı serçeler…  Serçe ona, “Er, gene kon… Er, gene kon!” derken, çıktığı daldaki si(li)vri budaklardan sakınmasını söylüyor. Tabi istediği oyun da başlıyor yeniden “ … gizlice gülüyorum ona. Peltek konuşan çocuklara benziyordu. Budakların silivri yanı… Hay hay çok komikti arkadaşım” diye ülkemizin bir siyasal acı gerçeğini vurgulamaya çalışırken, sivri dillilikten de bir takım simgelerle korunmaya çalışıyordu. Hem de ileri gittiğini anımsatarak “Er, gene kon! Er, gene kon!../ O günden sonra hep saklanır oldum. Yaşlı meşe ağacının si(li)vri dallarından… Ne yapayım çok zeki de olsa, sonuçta bir kuştu işte. Zor öğreniyordu Türkçeyi. Ya biz… kuş dilini…” Buradaki zıtlık da göz ardı edilecek değil tabii… Cümle yapısını biraz keskin buldum. Bu şiirsel alışkanlıktan kaynaklansa da söyleyeceklerini çok iyi bildiği gösteriyor. Güzel bir kazanım. Kısa cümleler, sade ve anlaşılır nitelikte… Onun da ötesinde “Peltek” gibi bazı yörelerin çok kullandığı bölgesel sözcükleri de ustaca kullanabilmiş. Bu hali onun öykü bazında oldukça zenginleştiğini gösteriyor. Bazı öykülerinde postmodern tarzı uygulamalar kullandığını gördüm. “Bir suç denemesi” adlı öyküsünde oldukça yüze çıkıyor bu kullanım. Sakınca değil, günümüzde bu tür bir yaşam benimsenmişse, öykülerimizde yansıyacaktır elbette, bu çok doğal… Özellikle Yahya Kemalin “sesiz gemisi”, (gemilerde talim var), gibi şiir- anonim türkü sözünden alınan parçalar, asıl anlatılmak istediği öykünün içine kes-yapıştır usulüyle nakışlaması postmodern yazım kavramının en güzel örneği. Böylece daha değişik bir algılama yaratmış oluyor Atila… Günlük çalkantının içinde çabuk unuttuğumuz “şehit haberlerinin” postmodern anlayışa çok benzediğini adeta gözümüzün içine sessizce sokmuş…
Onun bu kitaptaki her öyküsü böylesine uzun bir yazı olacak nitelikte. Ancak ben onun öykücülüğü konusunda düşündüklerimi hemen hemen söylemiş durumdayım. Böyle tanıtımlarda gereksiz sözcüklerle işin etiğinden ayrılmak doğru değildir. Öte yandan bir insanın edebiyatçı kimliğinin sadece öykü türünü böylesi kısa tanımlarla yüze çıkarmak mümkün değil… Bu bir kitap bile olsa. Ancak Blog etiğine de uymak zorundayım. Bu nedenle yazımı burada noktalarken sevgili dostuma başarılar diliyor, yüreğine sağlık derken, okuyucuya da  “eğer düşünmek, düşünerek yeniden yaşamak istiyorsanız –AŞK YALNIZLIKLARI-  kitabının çengeline mutlaka takılın. Unutmayın okuyunca çok mutlu olacaksınız. Aynen benim gibi sevinci ve acıyı birlikte yaşayacaksınız. Saygılarımla…
AŞK YALNIZLIKLARI

ATİLA ER – KANGURU YAYINLARI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder