Merhaba
değerli dostlarım.
Kitapları tanıtmak çok zor!
Özelilikle de tanımlamak. Yazım türünüz bir de öykü olunca uzun süre ne
yazacağınızı düşünüyorsunuz. Üstelik bu öykü kitabı birde on bir kişinin
müşterek yazdığı öykülerden oluşmuş ise, durum daha da ciddi demektir... Bu
yazımı işte böyle psikolojik bir yansımayla yazıyorum. Ama şunu açıca belirtirim
ki; klasik öykü açısından istenilen yazma ölçülerini taşıdığından emin
olabilir, zevkle okuyabileceğiniz bir kitap BİR DEMET ÖYKÜ kitabını… Bir tema
üzerinde değişik kişilerin perspektifi gerçekten okumaya değer. Oldukça zengin.
Ayni zamanda birer akademisyen olan kitabın yazarları, çiçeklerin dilini
gerçekten iyi dile getirmişler. Sanırım biraz da doktor olmanın özelliği bu;
iyi’yi bulmak, güzele ulaşabilmek… Sağaltımın öteki adı da iyileştirmeyi
bulabilmek, değil mi? İşte o örnekte bir kitap. Konuyu uzatmadan biraz da bu
kitabın doğuşundan söz edeceğim:
Bir demet Öykü kitabı, iki
yıldır sürdürdüğümüz İzmir Tabip Odası Roman ve Öykü atölye çalışmalarında
doğmuştur. Öyle bir topluluk düşünün ki; zeki ve her türlü bilgiyle donanımlı.
Ne ki bu zenginliği yazıya dökebilmek onlara göre oldukça zor! Bunu nasıl yaparız, sorusunu uzun süre düşündüm.
Sonunda aklıma gelen –konuların estetik anlamlarını öne çıkarıp- ruh
güzelliğini coşkulandırmak yönünde aldığım karar oldu. Ne demekti bu?
Bir anlamda sanatsal estetiğin
yapısındaki mutluluk gizilinin ortaya çıkarılmasıydı. Çünkü mutluluk duyulan/ üzülünen
şeyler, daha kolay anlatılır, daha kolay imgelenir, daha kolay yazılırdı. Neler olabilirdi bunlar? Yaşama dair
sevinçler, sevdalar, acılar mutluluklar… Tamam, da, bunlardan ne, nasıl yazacaklardı?
Tema konusunda dediğim gibi sıkıntı vardı.
Bunu açığa çıkarmak için ilk sorum “sevinçlerinizi,
acılarınızı, sevdalarınızı yazın “ şeklinde
oldu. Ne var ki etkili olamadım. Oysa başaracaklarını biliyordum. Çünkü atölye
çalışmalarımız sonucu her biri bir yazım dilini edinmişler, bunu da değişik
biçimde kanıtlamışlardı. “Arkadaşlar, ne
düşünüyorsunuz, yaşamınızda hiç kimseden bir buket çiçek de mi almadınız?” biçimindeki
ikinci sorum, hepsinin bakışlarını canlandırmış, heyecanlandırmıştı. Henüz bu heyecanı yaşarlarken asıl sorunu
sordum “Bir buket çiçeğin anımsattıkları” Önce küçük bir sessizlik çöktü ortama.
Sonra uzun süren bir çölüm yaşadık. Bunu ikili konuşmalara, tartışmalara taşıdık.
Bu hal doğru yolda olduğumuzu göstermişti. Çünkü çiçeklerin insan dilinde ve
ruhunda yarattığı algıyı çok iyi biliyordum.
Onlarla sevinip, onlarla üzülerek yaşamımızın önemli zamanlarından bir bölümü
doldurduklarından emindim. Onun için her çiçeğin ruhumuza dokunuşuyla
yüreğimizin coşkusunu, üzüntüsünü, o an yeniden yeniden yaşamaya başladık. Sonunda o yazamamanın erksizliği bulunmuştu.
Herkes birbirine bakarak gülümsemeye başladı. Verilen on günlük süreden sonra o
kadar güzel öykülere tanık olduk ki; bunu anlatmam çok zor. Onların bütün güzellikleri her birinin satır
aralarında gizli… Son olarak şunu da söylemek isterim. Onlar yazmayı, ben de
yazmaya yönlendirmede yeni bir metot öğrendik. Tüm yazın dostlarımı kutluyor,
başarılarının sürmesini dilerken, kitap dostlarına böyle bir kitabı okumalarını
öneriyorum. Saygılarımla…
BİR DEMET
ÖYKÜ- İZMİR TABİP ODASI YAYINLARI…
Şimdi bu
öykülerden sizler için seçtiğim güzel paragrafları beğeninize sunuyorum. Umarım
bana hak verirsiniz.
&&Dr. Cansel Kulan
Güller
içimi acıtır ama öyle inciten acı değil bu, aşk acısı nasıldır bilirsiniz ya;
işte aynen öyle bir şey. İlk aşkımın gönderdiği demet demet güllerle
resimlenmiş kartlar aklıma gelir çünkü… Bir demet gelincik, hüzünlü bir
gülümsemeyle babama götürür beni. Yıllarca içtiği gelincik sigarası nedeniyle…”
Dr. Cem Mermut
“O gün Çingene
Efrumiye’ye ‘kordonda, gün batımında, kızıl ışığın içinde çiçekli basma şalvarına
dayadığı gülleriyle çok güzel olduğunu ve resmini yapabilmeyi söylemişti.
Efrumiye ‘Abey az değilsin sen, insanı gıcıklayan romantik laflar ediyorsun’
dediğinde tamamen aynı fikirdeyim.”
Dr. Ebru Yücesoy
“Annem
öldüğünden beri babamdan başka kimsem olmadı hayatta. (Senin annen halen hayatta)
Çocukluğum seni düşünerek geçmedi mi? Babamın aklında kalan sana ait sayılı
hatırayı defalarca dinlerken sana hayran olup senden nefret etmedim mi?
Kapıdaki sandalyeye çöküyorum farkında olmadan. Bir papatya çıkarıyorum
buketten her zaman yaptığım gibi. Ve ilk defa abim için bakıyorum papatya
falına, benim için ne hissettiğini merak ederek:
Seviyor,
sevmiyor… Yapraklar bir bir düşüyor…
Sevmiyor…”
Dr. Eray Aybar
“… yeşil çimenlerin üstünü
kaplayan beyaz papatyalar fal bakmaya çağırırlar sizi… Seviyor, sevmiyor,
seviyor diye…
Büyüyoruz, çevremiz değişirken
biz de değişiyoruz. Vücudumuzdaki değişiklerin yanında çevreye, insanlara,
olaylara bakışlarımızda değişiyor. Çocukluktan ergenliğe geçerken sancılı
sürecin içinde başka çiçeklerinde farkına varıyoruz yavaş yavaş. Okuduğumuz
romanlar, hikayeler ve de şiirlerden anlıyoruz ki; Kadınlar çiçektir…”
Dr. Feyza Daldal
“… Mayana’ya doğrultup çın çın
öten çıngıraklarıyla birlikte ünledi:
“Sen çağırdın, ben geldim, sana,kendini bil, dur dedim, durdun mu?”
Mayana usulca: durdum dedi,
“Eskinin batağına saplanma, yeninin yeline kapılma, uyan dedim, uyandın
mı?
“Uyandım” dedi usulca.
“Öyleyse sen ölmeden öldün” dedi Irkıl Koca. Attan indi. Kağanlığ
arabanın törüne hürmetle oturdu.
Kervan yeniden yaylaya doğru yürüdü.".
Kervan yeniden yaylaya doğru yürüdü.".
Dr. Filiz Gümeli
“Bahar ayları
içimi dolduran sevinçle karışık melankolisini dayatır bana… ‘Al baharlı Mavi dağlarda’
esen bahar rüzgarları ile gelen menekşe kokularını paylaşamadığım ninem aklıma
gelir… Özlemlerim çiçek kokularına karışır. Rüzgarla birlikte Aşık Veysel’in türküsündeki
çiçekler dile gelir:
“Çiğdem derki
ben alayım/Yiğit başına belayım…”
Dr. Gülşen Mermut
“… iş dönüşü
Metroda okuduğum kitaba kendimi kaptırmışım.
Uyandığımda yanımda oturan, elinde mor tülle sarılmış sarı gül demeti
olan 20’li yaşlarında genç kızla göz göze gelip telaşla sordum:
-Burası neresi?
-Nergis.
-Çok şükür, kitaba dalmışım, kaçırdım sandım.
-Nerede ineceksiniz?
-Mavişehir!
-Haber veririm gelince.
-Teşekkür ederim.
Durağın adının bir çiçek adı, üstelik benim de en sevdiğim bir çiçek
adı olduğunu yeni fark etmenin şaşkınlığıyla gülümsedim. Nergisler kokusuyla sarı
beyaz rengiyle ne güzeldir. Eski zamanlara gittim birden, sonra kızın elindeki
güllere takıldı yeniden gözlerim…”
Dr. İrfan Eker
“… Kâğıda baktım. Sesli olarak okumaya başladım. “Birini yeniden sevemen deme, sevgi ölmez. Bir yerlerde kokusu
kalmıştır. Nergis kokulum” diye yazıyordu. Kalkayım dedi, yüzüme baktı, kağıda uzandı. “yazmayacak mıyız?” dedim. “Bugün
yazmayalım, sonra bakarız” diye cevap verdi. Durdu gözlerini gözlerime dikti.
Ben hipnotize olmuş bir vaziyetteyken “O
kadar çok insanla birlikte oldum, onların teri terime bulaştı, kendi kokumu
kaybettim, bulacağımı da düşünmüyorum. Bu yaştan sonra kimse bana çiçek
göndermez, benimkisi kendisini değerli hissettirmek, sevmek duygusunu yitirmemek.”
Yutkundu, gözlerimin içine derin derin baktı; “Sevgiyi kendi kokunu yitirmeyecek şekilde yaşa!” dedi. Kapıyı açtı,
aynı endam geri gelmişti. Anlattığı için rahatlamıştı. Dudağında gülümseme “Görüşürüz Muratçığım!” dedi. Kapıyı
kapattı. Ben sırtımı kapıya yasladım. Sivri topuklu terliklerin apartmandaki
yansıyan sesini saymaya başladım. Sekiz tıkırtıda dairesine varıyordu; bir iki,
üç…”
Dr. Nilgün Anık
“… Zaman zamana eklendi. Bir zaman diliminde Andromeda galaksisinde bir
diğerinde Sombrero’da, Fırldak’da, Komet’deydi. Onların galaktik
uygarlıklarıyla tanışmış, seminerlerine katılmıştı. Yeni Cüce Büyük Köpek galaksisinden dönmüştü
ki odasının kapısını açar açmaz beyaz koltuğunun üzerinde bir buket çiçek
gördü.
Dünya çiçeklerini de ne kadar özlemişti. Kim bilir ne güzel
kokuyorlardı. Çiçeklere doğru yaklaştıkça çok hoş bir rayiha burun
deliklerinden girip beyin kıvrımlarına doğru ilerlemeye başladı ki; kaldırımın
üstünde elinde bir çiçekle duruyordu.
Çiçeklerin kokusu onu başka dünyalara götürmüştü sanki. Birden işe geç
kaldığı, kredi borçları, taksitler daha birçok endişeler kafasına üşüştü.
İşyerine doğru koşuştururken yeni bir düşünce onu sakinleştirmeye başladı. Şu
sonsuz evrende bir nokta kadar bile olmayan dünyanın basit sorunlarıydı dert
ettiği, canını sıktığı… Alt tarafı yalan dünyaydı işte…”
Dr. Özlen Turgul
“… Ahmet ona tek taşlı yüzük verecek miydi? Acaba verirken nasıl
evlenme teklif edecekti. Beyaz gelinliğiyle Ahmet’in koluna girecekti, elinde
de muhakkak kırmızı güllerden bir buket olmalıydı. Yok, yok kırmızı olmaz
gelinliğe beyaz gül yakışır, güller beyaz olmalıydı. Ama belki bugün bir
kırmızı gül de nasibine düşerdi. Hani, ‘seni
seviyorum, sen bir tanesin’ demek anlamında olan…”
Dr. Sibel Türk Yıldırım.
“… Uyumayıp, Adnan Hocanın bizi kaldıracağı zamana kadar sohbet etmeye
başladık:
“Dürdane sırt çantana o kadar yiyeceği nasıl sığdırdın? İçli köfteyi de
ne ara yaptın? Pes Vallahi…”
“Dün yaptım. Ne yapayım öyle ortada bir şey yapıp yemek pek benim
tarzım değil. Stresten oturdum yaptım bütün gece.”
“Tatlıyı da koymayı ihmal etmedin sabah kahvaltısına da açma börekte
yaptın değil mi?
“Hıhı..
Güldük kimseyi de rahatsız etmemek için çadırlardan uzak kayaların
üzerine oturup yıldızların rehberliğinde konuşup günün kritiğini yaparken laf
lafı açtı, konumuz ailelere geldi:
“Babam imam benim biliyor musun?”
“Gerçekten mi? Ama sen hiçte imam kızına benzemiyorsun?”
“Öyle. Babam farklı imamlardan! Namaz kıldırır, akşam da sofrasını
kurar…”
Dr. Yusuf Çimen:
“Her anma
törenlerinde kardelenleri bir demet kırmızı karanfillerle süslemek, Uğur
Mumcunun “Vurulduk Ey Halkım unutma bizi”
dediğini duymak, acıyı bal eylemektir. Biz de unutmayacağız. Yaşama
tutunmak ve bir avuç mutluluk için, ellerimizde bir demet karanfillerle
kardelenlere koşarak gideceğiz.
Yine madenciler ölmüştü./Ekmekler kesildi./ Yüzsüzler yine meydanı
doldurdular…”
Dr. Sacide Üstünsoy Çobanoğlu:
“Merhaba ben,
çiçek.
Sadece çiçek…
hangi çiçek? Belirgin bir özelliğim yok. Özel bir kokum da yok. Renklerim pek
parlak sayılmaz. Henüz yaşım genç ama benzim soluk. Yol kenarlarında yamaçlarda
dururum. Yanımdan geçenlerin pek dikkatini çekmem. Gün ışığına da pek çıkmam,
çıksam bile güneş ışığıyla pek serpilme m. Bir mevsimim yoktur, her mevsim varım
ama bilmezler, beni fark etmezler. Hem zaten özel bir adım da yok.. Çiçek
işte…”&&
Bu ekibin derslerine kısa sürede olsa dinleyici olarak katıldım. Hiç yabancılık çekmedim. Hepzi güzel insanlardı. Büyük bir tevazuu içindeydiler. En kısa zamanda kitabı edinim okumak isterim. Tabii güzeller güzeli Erdoğan BAYSAL Hocama teşekkürü bir borç bilerek...
YanıtlaSil