24 Kasım 2015 Salı

BİR DEMET ÖYKÜ


Merhaba değerli dostlarım.
                Kitapları tanıtmak çok zor! Özelilikle de tanımlamak. Yazım türünüz bir de öykü olunca uzun süre ne yazacağınızı düşünüyorsunuz. Üstelik bu öykü kitabı birde on bir kişinin müşterek yazdığı öykülerden oluşmuş ise, durum daha da ciddi demektir... Bu yazımı işte böyle psikolojik bir yansımayla yazıyorum. Ama şunu açıca belirtirim ki; klasik öykü açısından istenilen yazma ölçülerini taşıdığından emin olabilir, zevkle okuyabileceğiniz bir kitap BİR DEMET ÖYKÜ kitabını… Bir tema üzerinde değişik kişilerin perspektifi gerçekten okumaya değer. Oldukça zengin. Ayni zamanda birer akademisyen olan kitabın yazarları, çiçeklerin dilini gerçekten iyi dile getirmişler. Sanırım biraz da doktor olmanın özelliği bu; iyi’yi bulmak, güzele ulaşabilmek… Sağaltımın öteki adı da iyileştirmeyi bulabilmek, değil mi? İşte o örnekte bir kitap. Konuyu uzatmadan biraz da bu kitabın doğuşundan söz edeceğim:
                Bir demet Öykü kitabı, iki yıldır sürdürdüğümüz İzmir Tabip Odası Roman ve Öykü atölye çalışmalarında doğmuştur. Öyle bir topluluk düşünün ki; zeki ve her türlü bilgiyle donanımlı. Ne ki bu zenginliği yazıya dökebilmek onlara göre oldukça zor!  Bunu nasıl yaparız, sorusunu uzun süre düşündüm. Sonunda aklıma gelen –konuların estetik anlamlarını öne çıkarıp- ruh güzelliğini coşkulandırmak yönünde aldığım karar oldu. Ne demekti bu?
                Bir anlamda sanatsal estetiğin yapısındaki mutluluk gizilinin ortaya çıkarılmasıydı. Çünkü mutluluk duyulan/ üzülünen şeyler, daha kolay anlatılır, daha kolay imgelenir, daha kolay yazılırdı.  Neler olabilirdi bunlar? Yaşama dair sevinçler, sevdalar, acılar mutluluklar… Tamam, da, bunlardan ne, nasıl yazacaklardı? Tema konusunda dediğim gibi sıkıntı vardı.  Bunu açığa çıkarmak için ilk sorum “sevinçlerinizi, acılarınızı, sevdalarınızı yazın şeklinde oldu.  Ne var ki etkili olamadım.  Oysa başaracaklarını biliyordum. Çünkü atölye çalışmalarımız sonucu her biri bir yazım dilini edinmişler, bunu da değişik biçimde kanıtlamışlardı. “Arkadaşlar, ne düşünüyorsunuz, yaşamınızda hiç kimseden bir buket çiçek de mi almadınız?” biçimindeki ikinci sorum, hepsinin bakışlarını canlandırmış, heyecanlandırmıştı.  Henüz bu heyecanı yaşarlarken asıl sorunu sordum “Bir buket çiçeğin anımsattıkları”  Önce küçük bir sessizlik çöktü ortama. Sonra uzun süren bir çölüm yaşadık. Bunu ikili konuşmalara, tartışmalara taşıdık. Bu hal doğru yolda olduğumuzu göstermişti. Çünkü çiçeklerin insan dilinde ve ruhunda yarattığı algıyı çok iyi biliyordum.  Onlarla sevinip, onlarla üzülerek yaşamımızın önemli zamanlarından bir bölümü doldurduklarından emindim. Onun için her çiçeğin ruhumuza dokunuşuyla yüreğimizin coşkusunu, üzüntüsünü, o an yeniden yeniden yaşamaya başladık.  Sonunda o yazamamanın erksizliği bulunmuştu. Herkes birbirine bakarak gülümsemeye başladı. Verilen on günlük süreden sonra o kadar güzel öykülere tanık olduk ki; bunu anlatmam çok zor.  Onların bütün güzellikleri her birinin satır aralarında gizli… Son olarak şunu da söylemek isterim. Onlar yazmayı, ben de yazmaya yönlendirmede yeni bir metot öğrendik. Tüm yazın dostlarımı kutluyor, başarılarının sürmesini dilerken, kitap dostlarına böyle bir kitabı okumalarını öneriyorum. Saygılarımla…
BİR DEMET ÖYKÜ- İZMİR TABİP ODASI YAYINLARI…
Şimdi bu öykülerden sizler için seçtiğim güzel paragrafları beğeninize sunuyorum. Umarım bana hak verirsiniz.
 &&Dr. Cansel Kulan
                Güller içimi acıtır ama öyle inciten acı değil bu, aşk acısı nasıldır bilirsiniz ya; işte aynen öyle bir şey. İlk aşkımın gönderdiği demet demet güllerle resimlenmiş kartlar aklıma gelir çünkü… Bir demet gelincik, hüzünlü bir gülümsemeyle babama götürür beni. Yıllarca içtiği gelincik sigarası nedeniyle…”
Dr. Cem Mermut
“O gün Çingene Efrumiye’ye ‘kordonda, gün batımında, kızıl ışığın içinde çiçekli basma şalvarına dayadığı gülleriyle çok güzel olduğunu ve resmini yapabilmeyi söylemişti. Efrumiye ‘Abey az değilsin sen, insanı gıcıklayan romantik laflar ediyorsun’ dediğinde tamamen aynı fikirdeyim.”
                Dr. Ebru Yücesoy
                “Annem öldüğünden beri babamdan başka kimsem olmadı hayatta. (Senin annen halen hayatta) Çocukluğum seni düşünerek geçmedi mi? Babamın aklında kalan sana ait sayılı hatırayı defalarca dinlerken sana hayran olup senden nefret etmedim mi? Kapıdaki sandalyeye çöküyorum farkında olmadan. Bir papatya çıkarıyorum buketten her zaman yaptığım gibi. Ve ilk defa abim için bakıyorum papatya falına, benim için ne hissettiğini merak ederek:
                Seviyor, sevmiyor… Yapraklar bir bir düşüyor…  Sevmiyor…”
                Dr. Eray Aybar
                “… yeşil çimenlerin üstünü kaplayan beyaz papatyalar fal bakmaya çağırırlar sizi… Seviyor, sevmiyor, seviyor diye…
                Büyüyoruz, çevremiz değişirken biz de değişiyoruz. Vücudumuzdaki değişiklerin yanında çevreye, insanlara, olaylara bakışlarımızda değişiyor. Çocukluktan ergenliğe geçerken sancılı sürecin içinde başka çiçeklerinde farkına varıyoruz yavaş yavaş. Okuduğumuz romanlar, hikayeler ve de şiirlerden anlıyoruz ki;  Kadınlar çiçektir…”
                Dr. Feyza Daldal
                “… Mayana’ya doğrultup çın çın öten çıngıraklarıyla birlikte ünledi:
                “Sen çağırdın, ben geldim, sana,kendini bil, dur dedim, durdun mu?”
                Mayana usulca: durdum dedi,
“Eskinin batağına saplanma, yeninin yeline kapılma, uyan dedim, uyandın mı?
“Uyandım” dedi usulca.
“Öyleyse sen ölmeden öldün” dedi Irkıl Koca. Attan indi. Kağanlığ arabanın törüne hürmetle oturdu.
     Kervan yeniden yaylaya doğru yürüdü.".
Dr. Filiz Gümeli
“Bahar ayları içimi dolduran sevinçle karışık melankolisini dayatır bana… ‘Al baharlı Mavi dağlarda’ esen bahar rüzgarları ile gelen menekşe kokularını paylaşamadığım ninem aklıma gelir… Özlemlerim çiçek kokularına karışır. Rüzgarla birlikte Aşık Veysel’in türküsündeki çiçekler dile gelir:
“Çiğdem derki ben alayım/Yiğit başına belayım…”
Dr. Gülşen Mermut
                “… iş dönüşü Metroda okuduğum kitaba kendimi kaptırmışım.  Uyandığımda yanımda oturan, elinde mor tülle sarılmış sarı gül demeti olan 20’li yaşlarında genç kızla göz göze gelip telaşla sordum:
-Burası neresi?
-Nergis.
-Çok şükür, kitaba dalmışım, kaçırdım sandım.
-Nerede ineceksiniz?
-Mavişehir!
-Haber veririm gelince.
-Teşekkür ederim.
Durağın adının bir çiçek adı, üstelik benim de en sevdiğim bir çiçek adı olduğunu yeni fark etmenin şaşkınlığıyla gülümsedim. Nergisler kokusuyla sarı beyaz rengiyle ne güzeldir. Eski zamanlara gittim birden, sonra kızın elindeki güllere takıldı yeniden gözlerim…”
Dr. İrfan Eker
“… Kâğıda baktım. Sesli olarak okumaya başladım. “Birini yeniden sevemen deme, sevgi ölmez. Bir yerlerde kokusu kalmıştır. Nergis kokulum” diye yazıyordu. Kalkayım dedi, yüzüme baktı, kağıda uzandı. “yazmayacak mıyız?” dedim. “Bugün yazmayalım, sonra bakarız” diye cevap verdi. Durdu gözlerini gözlerime dikti. Ben hipnotize olmuş bir vaziyetteyken “O kadar çok insanla birlikte oldum, onların teri terime bulaştı, kendi kokumu kaybettim, bulacağımı da düşünmüyorum. Bu yaştan sonra kimse bana çiçek göndermez, benimkisi kendisini değerli hissettirmek, sevmek duygusunu yitirmemek.” Yutkundu, gözlerimin içine derin derin baktı; “Sevgiyi kendi kokunu yitirmeyecek şekilde yaşa!” dedi. Kapıyı açtı, aynı endam geri gelmişti. Anlattığı için rahatlamıştı. Dudağında gülümseme “Görüşürüz Muratçığım!” dedi. Kapıyı kapattı. Ben sırtımı kapıya yasladım. Sivri topuklu terliklerin apartmandaki yansıyan sesini saymaya başladım. Sekiz tıkırtıda dairesine varıyordu; bir iki, üç…”
Dr. Nilgün Anık
“… Zaman zamana eklendi. Bir zaman diliminde Andromeda galaksisinde bir diğerinde Sombrero’da, Fırldak’da, Komet’deydi. Onların galaktik uygarlıklarıyla tanışmış, seminerlerine katılmıştı.  Yeni Cüce Büyük Köpek galaksisinden dönmüştü ki odasının kapısını açar açmaz beyaz koltuğunun üzerinde bir buket çiçek gördü. 
Dünya çiçeklerini de ne kadar özlemişti. Kim bilir ne güzel kokuyorlardı. Çiçeklere doğru yaklaştıkça çok hoş bir rayiha burun deliklerinden girip beyin kıvrımlarına doğru ilerlemeye başladı ki; kaldırımın üstünde elinde bir çiçekle duruyordu.  Çiçeklerin kokusu onu başka dünyalara götürmüştü sanki. Birden işe geç kaldığı, kredi borçları, taksitler daha birçok endişeler kafasına üşüştü. İşyerine doğru koşuştururken yeni bir düşünce onu sakinleştirmeye başladı. Şu sonsuz evrende bir nokta kadar bile olmayan dünyanın basit sorunlarıydı dert ettiği, canını sıktığı… Alt tarafı yalan dünyaydı işte…”   
Dr. Özlen Turgul
“… Ahmet ona tek taşlı yüzük verecek miydi? Acaba verirken nasıl evlenme teklif edecekti. Beyaz gelinliğiyle Ahmet’in koluna girecekti, elinde de muhakkak kırmızı güllerden bir buket olmalıydı. Yok, yok kırmızı olmaz gelinliğe beyaz gül yakışır, güller beyaz olmalıydı. Ama belki bugün bir kırmızı gül de nasibine düşerdi. Hani, ‘seni seviyorum, sen bir tanesin’ demek anlamında olan…”
Dr. Sibel Türk Yıldırım.
“… Uyumayıp, Adnan Hocanın bizi kaldıracağı zamana kadar sohbet etmeye başladık:
“Dürdane sırt çantana o kadar yiyeceği nasıl sığdırdın? İçli köfteyi de ne ara yaptın? Pes Vallahi…”
“Dün yaptım. Ne yapayım öyle ortada bir şey yapıp yemek pek benim tarzım değil. Stresten oturdum yaptım bütün gece.”
“Tatlıyı da koymayı ihmal etmedin sabah kahvaltısına da açma börekte yaptın değil mi?
“Hıhı..
Güldük kimseyi de rahatsız etmemek için çadırlardan uzak kayaların üzerine oturup yıldızların rehberliğinde konuşup günün kritiğini yaparken laf lafı açtı, konumuz ailelere geldi:
“Babam imam benim biliyor musun?”
“Gerçekten mi? Ama sen hiçte imam kızına benzemiyorsun?”
“Öyle. Babam farklı imamlardan! Namaz kıldırır, akşam da sofrasını kurar…”
Dr. Yusuf Çimen:
                “Her anma törenlerinde kardelenleri bir demet kırmızı karanfillerle süslemek, Uğur Mumcunun “Vurulduk Ey Halkım unutma bizi” dediğini duymak, acıyı bal eylemektir. Biz de unutmayacağız. Yaşama tutunmak ve bir avuç mutluluk için, ellerimizde bir demet karanfillerle kardelenlere koşarak gideceğiz.
Yine madenciler ölmüştü./Ekmekler kesildi./ Yüzsüzler yine meydanı doldurdular…”
Dr. Sacide Üstünsoy Çobanoğlu:
                “Merhaba ben, çiçek.
                Sadece çiçek… hangi çiçek? Belirgin bir özelliğim yok. Özel bir kokum da yok. Renklerim pek parlak sayılmaz. Henüz yaşım genç ama benzim soluk. Yol kenarlarında yamaçlarda dururum. Yanımdan geçenlerin pek dikkatini çekmem. Gün ışığına da pek çıkmam, çıksam bile güneş ışığıyla pek serpilme m. Bir mevsimim yoktur, her mevsim varım ama bilmezler, beni fark etmezler. Hem zaten özel bir adım da yok.. Çiçek işte…”&&


1 yorum:

  1. Bu ekibin derslerine kısa sürede olsa dinleyici olarak katıldım. Hiç yabancılık çekmedim. Hepzi güzel insanlardı. Büyük bir tevazuu içindeydiler. En kısa zamanda kitabı edinim okumak isterim. Tabii güzeller güzeli Erdoğan BAYSAL Hocama teşekkürü bir borç bilerek...

    YanıtlaSil