ROMANIN DOĞUŞU VE
GELİŞMESİ
Roman ve yapısı nedeniyle yaptığım bütün
araştırmalarda romanın, batı edebiyatında doğmuş ve gelişmiş bir edebiyat dalı
olduğu gördüm. Bu sav doğrudur, çünkü sanatın bütün dallarındaki gelişmeler
zaten ilk önce batıda doğmuş, orada gelişme olanağı bulmuştur.
Bu
durum batının yaşama bakışıyla orantılıdır biraz da... Çünkü her yenilik
batının günlük yaşamına yansımış bir davranış biçimidir.
Örneğin,
Batı insanına “Yeryüzü senindir, git onu
fethet!” mesajını verir. Orada yaşayan kişi, bu mesajı alır ve hemen
uygulama alanına sokar. Rönesans’tan tutun da, bugün alışmaya çalıştığımız
Postmodernizme yazım türüne kadar, geçen bu uzun süreçte bilimsel, siyasal ve
ekonomik, duygu ve dinsel alanlarda çok büyük çaba sarf etmişler, sonucunda
büyük de aşama kaydetmişlerdir.
Bu nedenle modernizm
oldukça öne çıkan bir kavramdır, batıda...
Çünkü
Moderinizm, (yani ileri görüş) bütün dünya topluluklarına, onların öncülüğünde,
çeşitliliği ve her türlü boyutuyla egemen olmuş ve bu egemenliğini de hala
sürdürmektedir.
İşte
roman, bu modernizmin farklı bir ürünü olarak dünyaya gelmiş, sürekliliğini de
hala sürdüren bir edebi türdür.
Dolayısıyla modernizmin
MODA sözcüğünden türetildiği söylemeye de sıcak bakabiliriz. Çünkü anlam olarak da “hemen şimdi” manasını
taşır. O nedenle konumuz bakımından bu sözcüğün üzerinde durmamız gerekir.
Batı
insanı, içinde yaşadığı sürecin her anını kabullenebildiği ölçüsüyle değerlendirmeye
çalışır. Bu nedenle de modernizmi de bir yaşam biçimi olarak kabul eder.
Roman
yorumcusu aynı zamanda estetik bilgesi TERNER, modernleşmenin temelinde
şehircilik vardır.” der. Eğer onun bu savıyla yola çıkarsak, modernleşmenin
beraberinde toplu yaşamayı / çoklu insan ilişkilerini / yaşamı kolaylaştırmayı
ve yeni teknolojiyi kabul ettiğini de fark etmiş oluruz.
İşte
bu gerçek de öne sürülerek, modern çağla birlikte ROMAN İMGESİ (yani zihinde
tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey-düş, hayal, hülya) VE MODELİ doğmuştur.
Bu gerçeğinden ötürü romanı endüstri
toplumun en büyük edebi türü olarak değerlendirme olanağımız da doğmuş
olur.
Öte
yandan romanın doğuş ve gelişimini, MARKİST fikir açısında inceleme eylemine
giren LUCAS romanın, “modern hayat/
Endüstri toplumu/ve Pazar ekonomisini analizsi sonucu, Pazar için üretimden
doğan, bireyci toplumdaki günlük yaşamın edebi alana nakli olduğunu” söyler.
Bütün
bunların yanı sıra, romanın doğuşu ve gelişmesi konusunda, bizde de bir takım
sav ve değerlendirme sahipleri olanlar vardır. Bunlardan biri Cemil MERİÇ’TİR.
Cemil
Meriç, “ Doğuşundan beri romanın bir ifşa olduğunu” iddia eder ve sözünü şöyle
bitirir. “Bir nevi günah çıkarmaya benzeyen eylemdir. Bunun da Hz. İsa’dan beri
var olduğunu, bu tespiti batı insanı adına yaptığını, yapılan eylemin yani
ifşanın “BİR MÜDAFA SİLAHI OLDUĞUNU” söyler.
Peki,
neye karşı müdafaa? Diye sorduğumuzda şöyle yanıt alırız ondan;
“İnsan ruhundaki
sıkıntıdan, ya da işlediği bir günahtan arınarak yüreğini rahatlatmak adına!”
Batı
adına bu incelemeyi yapmayı görev sayan MERİÇ, Doğu insanında da romana kaynak
arama yoluna gider. Ona göre dünyanın en büyük romancısı Japon, MARUJAN-Kİ’DİR.
“Bir Gencin Serüveni” adındaki
romanını X. Asırda yazmıştır.
Günümüzden
4000 yıl önce Mısırda Papirüs yapraklarına yazılmış romanların olduğu söylenir.
Asya’da
romanın adı HİKÂYE diye geçer. Asıl adını 18. Yy. Bin Bir Gece Masallarından
aldığı bilgisi de yine Cemil Meriç’in günümüze aktardığı değerli notlarından
öğrenmekteyiz.
Fransızlarda,
roman diye telaffuz edilen sözcük,
İngilizlerde Nowel Osmanlıca da ise,
Hamzaname olarak adlandırılır.
(Hamzaname: hançere sözlüğüne göre gırtlaktan söylenen harflerle oluşturulan
sözcük) Evliya ÇELEBİ de seyahatnamesinde roman
sözcüğünü kullanmıştır.
Yunanistan’daki
DESTAN ve TRAJEDİLER ile Roma’daki SATİRLERİN (yani kinaye ve eleştirel tarzda
yazılmış şiirler) roman olduğu yine günümüze gelen en değerli bilgilerin
içindedir.
Hekim
oğlu İsmail, romana İslami bir kökenle yer bulmaya çalışır. Ve romanın kökenine
Arapçada da rastladığını iddia ederek, şöyle bir soru sorar:
“Acaba kıssalar romanın çekirdeği değil mi?”
Bildiğiniz
gibi kıssa, hikâye anlamı taşır. Kuranda anlatılan geçmiş toplumları
ilgilendiren ibret ve öğüt hikâyeleri vardır. Bunların romanın çekirdeğini
olduğu söylenir.
Elif
Naci de, karşımıza şöyle bir tezle çıkar. “Bir kahramanın anılarını anlatan
PKARESK,
“Monteque’nin
anılarını anlatan PİSKOLOJİK ANILAR,
Örneğin
“Sezar’ın anıları” romanın üç önemli kaynağıdır.” Der.
Foster,
Elif Naci’den de ileri giderek, “Romanın gelişme süreci içinde, kendinden önce
var olan DESTAN, ROMANEKS, PİKARESK, ÖZ-YAŞAM ÖYKÜLERİ ve SAHNE KOMEDİLERİ gibi
türlerden geliştiğini” iddia eder.
Markuez
HONDIR, “romanın yalnız bir kaynağı vardır. O da romanesktir” der. Roman
aslında kinaye’ye dayanır, ama romaneskte kinaye yoktur.
O nedenle Romanesk okuyucuyu
gerçeklerden uzaklaştırırken, roman gerçeklere yönlendirir. Ya da gerçeklerle
yüzleştirir.” Şeklinde de savını noktalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder