24 Kasım 2015 Salı


BENİM İÇİN AYRICALIKLI BİR KİTAP
“AYRILIK ZAMANI”
                Bundan tam 24 güm önce, Buca’da ZEUS yayınevinde otururken, bir bayanla tanıştım. Orta yaşlarda sempatik davranışlı, sıcak, dost yürekli biriydi. Tanışmanın ardından bir kitap uzatarak, “Hocam, bakıp incelerseniz mutlu olurum!” dedi. Böyle kitap almalara alışkındım. Hele Roman atölyesi açtıktan sonra, bu yolla bir sürü edebiyat arkadaşı edindim. Bundan da oldukça mutluyum. Dostlarım beni yüreklendiriyor. Bu yeni dostumun kitabını eve gelince çantamdan çıkarıp şöyle bir göz attım. Oldukça güzel tasarlanmış kapağından sonra ilk sayfasını açtığımda, değişik bir imza notuyla karşılaştım “…Sevgili Hocam; İnsan ayrımcılığının olmadığı, kadınların ezilip horlanmadığı, sevgi, barış, umut dolu bir dünyada edebi paylaşımlar dileğiyle… Servet Karakuş…” Bütün insanlık için güzel bir dilekti bu, yüreğimden onayladığımı söylerken bir de arka kapağı çevirdim. O da ne? Benim kolların ellerim küçüktü; GÜCÜM YETMEDİ/ Dilim damağım küçüktü; SESİM ÇIKMADI/ Bağırdım; KİMSE DUYMADI!.” Feryadını da okuyunca sanki dünyalarım karardı. Düşüncelerimden korkarken aceleyle sayfaları taramaya başladım. Her öyküde soluk almam zorlaşıyor, duygularım sınırını zorlarken, haksızlıklara isyan ediyordum. Siz olsanız etmez misiniz?
                Ayşe ile Erdem Üniversite de tanışıp, sözleşirler. Erdem kısa süreliğine askere gider Şırnak’a.. Ayşe, huzursuzdur. Hep kötü bir haber alacağını düşünür. Nitekim düşündüğü gibi olur. Acı bir haberle sarsılır; “telefon gece on ikide acı acı çaldı. Gece telefonlar acı mı çalar? Acı, aynen biber gibi, çok acı.”  Müstakbel Kayın babası verir acı haberi “Ayşe yavrum, Erdem şehit düşmüş, kaybettik başımız sağ olsun!” Bir yaşam bitmiş ama yokluğun kaygısı bitmemiş yeni başlamıştır. Bu kaygı sevgili Servetin kaleminde iliklerine kadar işliyor okuyanın! Hem de iyi bir anlatımla, yaşanılan gerçeğin tıpkısı gibi…
Başka bir öykü de yine bir yaşam gerçeği vardır Servet’in “ Gül, mutat yürüyüşünü yaparken, kendisi gibi yürüyüş meraklısı ak saçlı, kendisinde oldukça yaşlı bir adama Aşık olur. Onunla birlikte yürüyen bayanları kıskanır, “vay efendim nasıl konuşur onlarla, o da yetmedi, sohbet edip gülüşürler bir de...” Çatlar kıskançlığından, adını bile bilmediği beyaz saçlısını! Hiç merak etmez mi, eder hem de nasıl eder? Utanır birine bir şey sormaktan. Evli mi, bekar mı, emekli mi, çalışıyor mu, neleri sever, hangi yemekleri yer? Ne varsa her şeyini merak eder. Ama beyaz saçlısına bir şey sormaya cesaret edemez. Aradan zaman geçer, bir ay yürüyüşe gelmeyince merak eder, Hastalandı mı, taşındı mı, ne oldu bu adama? Diye. Almanya’ya bir iş için gittiğini öğrenir. Rahatlar. Bir oh çeker içinden, gelecektir, tekrar görebilecek, buna öyle sevinir ki;  Yeniden karşılaştığında dünyalar onun olur, nasıl özlemiştir; bir bilse? Bir ay olmuştur görmeyeli; say say bitmez!” devam eder öykü, ne var ki bir süre sonra beyaz saçlı oradan temelli ayrılır. Bu kez düşleri kabul olur, bir de kızar kendine “ Keşke karşısına çıkıp söyleseydim, ne olurdu, konuşur arkadaş olurduk belki?” Tabi son ayrılıktır, bütün geleneksel Türk yaşam hikayeleri gibi. Ama burada değişik bir farklılık vardır. O’da öykünün okuyucuya sunumu, sade, anlaşılır, ne dediği anlaşılan bir dil kullanmasıdır. Başka bir özelliği de SERVET KARAKUŞ’un diyalogların doğallığını bozmadan yansıtmasıdır. Bu davranışı okuyucuyu kendine daha çok yaklaştırmakta, adeta onun yaşamını anlatan bir örneği kendine sunduğunu hissetmektedir. Bu psikolojik ölçü okuyucu ile eseri arasında bir bir köprü oluşturmakta, bu köprüyü rahat geçen okuyucu, onun gösterdiği her sözcükle kitap sayfalarında rahatlıkla ilerlemektedir.
Bakın başka bir öyküsünde de bu söylediğim edebi ortamı ne güzel yansıtıyor. Öykünün adı İkinci bahardır.  Kahraman Adem, Havva’ya aşık olur ve ona mektuplar gönderir. Mektuplara mahalle bakkalı Haydar Amca aracılık eder:
“Tanrıçam benim, söyle; cennetin neresinden gelip benim göğsüme süzüldün? Aşkım, Nurum, tatlım, ateşli güvercinim… Sadece senin Ademin…
Havva da her gün Ademin mektuplarını alıyor ve büyük heyecanla yanıtlıyordu. Bir yandan da yazar gibi konuşuyordu kendisiyle; “Aşkın ne derin gücü varmış, yüreğim artık eskisi gibi küf bağlamıyor, kapılarımı, pencerelerimi açıyorum güneşe, yıldızlara, aya bakıyorum. Sen oradasın biliyorum. Bana yol gösteriyorsun. Işığımsın sen benim.”…
Sonsöz:  Kitabın belki basit bir anlatım biçimi var. Ama Anadolu’dan büyük şehrin varoşlarına gelmiş insanlar, bundan doğal söz söyleyemez ki; işte genç yazar arkadaşım bunu çok güzel başarmış o varoşların acısını sevincini çok güzel yansıtmış öykülerinde. Ondan da güzeli TV’lerde izlediğimiz kokuşmuş vıcık vıcık töre gelenekleri yerine saf Anadolu kokan acıları, sevinçleri yazmış. Gerçekten böyle öykülere uzun zamandır hasret kalmıştık. Sevgili Servetin kalemiyle Anadolu koktu kalemlerimiz, gerçek koktu, az da olsa özümüze döndük, Yüreğine, eline sağlık Servet Kardeş, nice gerçek kokan Anadolu öykülerine…
ERDOĞAN BAYSAL
AYRILIK ZAMANI- ÖYKÜ

ZEUS YAYINLARI- BUCA/İZMİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder