BENİM İÇİN AYRICALIKLI BİR KİTAP
“AYRILIK ZAMANI”
Bundan tam 24 güm önce, Buca’da
ZEUS yayınevinde otururken, bir bayanla tanıştım. Orta yaşlarda sempatik
davranışlı, sıcak, dost yürekli biriydi. Tanışmanın ardından bir kitap
uzatarak, “Hocam, bakıp incelerseniz mutlu olurum!” dedi. Böyle kitap almalara
alışkındım. Hele Roman atölyesi açtıktan sonra, bu yolla bir sürü edebiyat
arkadaşı edindim. Bundan da oldukça mutluyum. Dostlarım beni yüreklendiriyor.
Bu yeni dostumun kitabını eve gelince çantamdan çıkarıp şöyle bir göz attım.
Oldukça güzel tasarlanmış kapağından sonra ilk sayfasını açtığımda, değişik bir
imza notuyla karşılaştım “…Sevgili Hocam; İnsan ayrımcılığının olmadığı,
kadınların ezilip horlanmadığı, sevgi, barış, umut dolu bir dünyada edebi paylaşımlar
dileğiyle… Servet Karakuş…” Bütün
insanlık için güzel bir dilekti bu, yüreğimden onayladığımı söylerken bir de
arka kapağı çevirdim. O da ne? Benim
kolların ellerim küçüktü; GÜCÜM YETMEDİ/ Dilim damağım küçüktü; SESİM ÇIKMADI/
Bağırdım; KİMSE DUYMADI!.” Feryadını da okuyunca sanki dünyalarım karardı.
Düşüncelerimden korkarken aceleyle sayfaları taramaya başladım. Her öyküde
soluk almam zorlaşıyor, duygularım sınırını zorlarken, haksızlıklara isyan
ediyordum. Siz olsanız etmez misiniz?
Ayşe ile Erdem Üniversite de
tanışıp, sözleşirler. Erdem kısa süreliğine askere gider Şırnak’a.. Ayşe,
huzursuzdur. Hep kötü bir haber alacağını düşünür. Nitekim düşündüğü gibi olur.
Acı bir haberle sarsılır; “telefon gece
on ikide acı acı çaldı. Gece telefonlar acı mı çalar? Acı, aynen biber gibi,
çok acı.” Müstakbel Kayın babası verir
acı haberi “Ayşe yavrum, Erdem şehit düşmüş, kaybettik başımız sağ olsun!” Bir
yaşam bitmiş ama yokluğun kaygısı bitmemiş yeni başlamıştır. Bu kaygı sevgili
Servetin kaleminde iliklerine kadar işliyor okuyanın! Hem de iyi bir anlatımla,
yaşanılan gerçeğin tıpkısı gibi…
Başka bir öykü de yine bir yaşam gerçeği vardır Servet’in “ Gül, mutat
yürüyüşünü yaparken, kendisi gibi yürüyüş meraklısı ak saçlı, kendisinde
oldukça yaşlı bir adama Aşık olur. Onunla birlikte yürüyen bayanları kıskanır, “vay efendim nasıl konuşur onlarla, o da
yetmedi, sohbet edip gülüşürler bir de...” Çatlar kıskançlığından, adını
bile bilmediği beyaz saçlısını! Hiç merak etmez mi, eder hem de nasıl eder?
Utanır birine bir şey sormaktan. Evli mi, bekar mı, emekli mi, çalışıyor mu,
neleri sever, hangi yemekleri yer? Ne varsa her şeyini merak eder. Ama beyaz
saçlısına bir şey sormaya cesaret edemez. Aradan zaman geçer, bir ay yürüyüşe
gelmeyince merak eder, Hastalandı mı, taşındı mı, ne oldu bu adama? Diye. Almanya’ya
bir iş için gittiğini öğrenir. Rahatlar. Bir oh çeker içinden, gelecektir,
tekrar görebilecek, buna öyle sevinir ki;
Yeniden karşılaştığında dünyalar onun olur, nasıl özlemiştir; bir bilse?
Bir ay olmuştur görmeyeli; say say bitmez!” devam eder öykü, ne var ki bir süre
sonra beyaz saçlı oradan temelli ayrılır. Bu kez düşleri kabul olur, bir de
kızar kendine “ Keşke karşısına çıkıp söyleseydim, ne olurdu, konuşur arkadaş
olurduk belki?” Tabi son ayrılıktır, bütün geleneksel Türk yaşam hikayeleri
gibi. Ama burada değişik bir farklılık vardır. O’da öykünün okuyucuya sunumu,
sade, anlaşılır, ne dediği anlaşılan bir dil kullanmasıdır. Başka bir özelliği
de SERVET KARAKUŞ’un diyalogların doğallığını bozmadan yansıtmasıdır. Bu
davranışı okuyucuyu kendine daha çok yaklaştırmakta, adeta onun yaşamını
anlatan bir örneği kendine sunduğunu hissetmektedir. Bu psikolojik ölçü okuyucu
ile eseri arasında bir bir köprü oluşturmakta, bu köprüyü rahat geçen okuyucu,
onun gösterdiği her sözcükle kitap sayfalarında rahatlıkla ilerlemektedir.
Bakın başka bir öyküsünde de bu söylediğim edebi ortamı ne güzel
yansıtıyor. Öykünün adı İkinci bahardır. Kahraman Adem, Havva’ya aşık olur ve ona
mektuplar gönderir. Mektuplara mahalle bakkalı Haydar Amca aracılık eder:
“Tanrıçam benim, söyle; cennetin neresinden
gelip benim göğsüme süzüldün? Aşkım, Nurum, tatlım, ateşli güvercinim… Sadece
senin Ademin…
Havva da her gün Ademin mektuplarını alıyor ve büyük heyecanla
yanıtlıyordu. Bir yandan da yazar gibi konuşuyordu kendisiyle; “Aşkın ne derin gücü varmış, yüreğim artık
eskisi gibi küf bağlamıyor, kapılarımı, pencerelerimi açıyorum güneşe,
yıldızlara, aya bakıyorum. Sen oradasın biliyorum. Bana yol gösteriyorsun.
Işığımsın sen benim.”…
Sonsöz: Kitabın
belki basit bir anlatım biçimi var. Ama Anadolu’dan büyük şehrin varoşlarına
gelmiş insanlar, bundan doğal söz söyleyemez ki; işte genç yazar arkadaşım bunu
çok güzel başarmış o varoşların acısını sevincini çok güzel yansıtmış
öykülerinde. Ondan da güzeli TV’lerde izlediğimiz kokuşmuş vıcık vıcık töre
gelenekleri yerine saf Anadolu kokan acıları, sevinçleri yazmış. Gerçekten
böyle öykülere uzun zamandır hasret kalmıştık. Sevgili Servetin kalemiyle
Anadolu koktu kalemlerimiz, gerçek koktu, az da olsa özümüze döndük, Yüreğine,
eline sağlık Servet Kardeş, nice gerçek kokan Anadolu öykülerine…
ERDOĞAN BAYSAL
AYRILIK ZAMANI- ÖYKÜ
ZEUS YAYINLARI- BUCA/İZMİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder