ROMANI AŞK
MEKTUPLARIYLA BEZEYEN YAZAR
MEHMET YAZICI
Sayın Yazıcıyla, 2011 yılında Türkiye Yazarlar Birliği İzmir Şubesinin
tertiplediği bir söyleşi de tanımıştım. Diyeceğini, hiç sakınmadan, her türlü
eleştiriye göğüs gerebilen bir olgunluğunu görüp, iyi bir yazın dostu
kazandığımı düşündüm, açıkçası... Hatırlarsa o söyleşide, fikirlerini bir takım
dini ve felsefi söylemlere dayandırmış, ben de bunun devamlı yapılmasının doğru
olmadığını belirtince, biraz kırılır gibi olmuş, sonradan da bu söylemimin neye
dayandığını araştırıp –haklı olduğumu ifade edebilecek kadar da dürüst olduğunu
anladım. Ara sıra yine aynı kurumun söyleşilerinde karşılaştık. Bir ara “Abi,
bir roman çalışmam var, gözden geçirebilir misin?” deyince ilgiyle karşılayıp,
“elbette” dedim. Çünkü İlahiyatçı olan bu kardeşimin, toplantılardaki edebiyat
yorumlarından duyduğum sevinci, acaba roman çalışmalarından da duyabilecek
miyim? Diye bir sorgulama geçti içimden… Çünkü üstadın yaşam felsefesi, az da
olsa bize göre değişikti. Bu farklılıklar acaba nerde, ne ölçüde harmanlanıp,
bizlere yazılı edebi bir sunum olarak nasıl dönecek diye düşünüyordum. Açıkça
söylemem gerekirse, Kaygı verici bir fikirle karşılaşmadım. Gayet aydın,
düşüncelerine (haklılığı ölçüsünde) anında açıklık getirebilen, en doğrusu da
ne yaptığını çok iyi bilen bir üslupta gördüm Sayın Yazıcıyı... “YAKILAMAYAN
MEKTUPLAR” adındaki roman orijinalini çevre baskısıyla, uzun süre meydana
çıkaramadığını ama asıl sorunun çevreden kaynaklanan baskı değil, mesleki etik kuralları
olduğunu da ince bir nüansla okuyana sezdirmeye çalışıyordu. Neden ne ise ne,
ama o sıkıştırılmış bir nesnenin (özellikle de duygusal ağırlığı olanın) uzun
süre bir yerde muhafaza edilemeyeceği gerçeğini sosyolojik ve pedagojik
ölçülere göre de doğru olmadığının bilincinde, eğer yaşanmışlıklarda bireysel
ya da toplumsal bir değer varsa bunun paylaşılması gerektiği düşünüp kitabını
yayınlamıştı…
Belirli bir zamanın geniş bölümünü yansıtan “Yakılmayan Mektuplar” tema
olarak duygusal bir içerik taşımakta… Açıkçası güzel ve ilkeli bir aşkı;
sevinçleriyle, üzüntüleriyle, heyecanlarıyla özellikle de feragat yönüyle tatlı,
duru ve insanı sürükleyen bir nitelikle öykülenmekte… Gelenekler, görenekler,
yöresel anlayışlar (kriterler) de var temada. Özellikle Karadenizli bir gençle,
Aydınlı bir gencin sevda anlayışlarının yüze çıkarılışı, onunda ötesinde,
değerlendirme ölçüsünde ne kadar farklılıklar olsa bile aşkın hipotenüsünde
birliğin sağlanması gerçekten okumaya değer bir yazım.
Kitabın düzeltisini ben yaptım. Basımı da Sam yayınlarınca
gerçekleştirildi. Elinize aldığınızda okkalı bir nitelik taşıdığını
göreceksiniz ama onun esas okkalığı, dış görünüşünden çok içinde verilen
bilgilerin niteliği ve çok anlam taşımasında… Belki süper bir fizyolojik eforu
yok ama okuyana anlatılan konuların dinsel süzgecin içinden de geçirilerek
tatlı, zaman zaman mistik bir algı niteliği taşıması, bence okumaya değer
olduğunun en güzel yanı… Her şeyin varlığı kadar, yok oluşunun da bir anlamı
olduğu, işte bu anlamın bile büyük bir değer ifade ettiği, o nedenle bütün
yaşanmışlıklara insanların saygı göstermesi gerektiğinin vurgulanması
küçümsenemeyecek bir felsefi yaklaşım. İşte benim yüreğimi baskılayan da bu
yönü. Bakın, bu söylemimde haklı olduğumu göreceksiniz. Sayın Yazıcının
deyişine göre YAKILMAYAN MEKTUPLARIN içeriğinin ölçüleri nasıl planlanmış:
Vuslatı almadan, gönül mahzeninde otuz yıl saklanan, saf temiz ve
günahsız bir aşkın haykırışı,/ tahterevalliye benzeyen bir dünya hayatının
ilginç bir palanlı rastlantısı /günlük hayatın gerçek yaşanmış tablolarına
tanık olma / İki neslin bir gönül macerası… Bırakın kitabın tamamını bu konu
başlıklarını okumak bile insanı daha kitaba başlamadan heyecanlandırıyor.
Bunların dışında romanın kurgusu oldukça iyi planlı yapılmış. Özellikle Mektuplu
roman olmasının ilkesine çok güzel uyulmuş. Dolaysıyla blog halinde verilmiş
mektuplar. Bu bir kuraldır. Dahası mektuplu romanın dünya edebiyatında kabul
gören en güzel sürümüdür. Sonra karakterler, ismiyle hitap edilmesi bile onun
içdünyasının ne olduğunu adeta haykırıyor insanın yüzüne. İnanç konusundaki
totemden öte saygı gerektiren söylemler bir gülün üzerine serpilmiş su
damlaları kadar etkileyici ve güzel görünüyor. Hikayenin tamamından çok, yeri
geldiğinde göze çarpması yaşamın her yönüyle güzel olduğu vurgusunu anımsatıyor
insana… Hangi yönden bakarsanız bakın, gerçekten ben böylesine karma bir bilgi
birimi olan kişinin, bilgilerin hiçbirinin ucunu kaçırmadan, bizlere okunacak ölçülü
bir roman çıkarmasından mutlu olduğum kadar severek de okudum. Dili, diyalogları
ve dil kuralları, hepsi yerinde… Belki elinize aldığınızda kapak
kompozisyonundan pek bir şey anlayamayacaksınız ama sayfaları çevirmeye
başladığınızda YAKILMAYAN MEKTUPLARI çok beğeneceksiniz, bittiğinde de böyle
bir yaşamı ben de yaşadım/ yaşayacağım duygularıyla sevgili Mehmet YAZICI’YA
teşekkür edeceksiniz. Teşekkür ederim Mehmet Yazıcı, okuyucularına böyle güzel
bir eser kazandırdığın için. Sizi kutlarken başarılarınızın devamını diliyorum.
Mehmet Yazıcı
Yakılmayan Mektuplar
Sam Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder